30 Temmuz 2025 Çarşamba

Recep Tayyip Erdoğan, Gazze Ve Bizim Mahallenin Önceliği

Anlaşılan o ki Türkiye'de birçok kesim hikmeti neredeyse kaybetmiş durumda. Basiret ve ferasat de hikmete bağlı olarak hak getire!

Zaman, özellikle ve çoğunlukla kendi mahallesi olarak gördüğü kesimler tarafından eleştirildiği hemen hemen her konuda Sn. Recep Tayyip Erdoğan'ı haklı çıkarmasına rağmen hâlâ bile hakkının teslim edilmediğini bize gösteriyor.

Her defasında haklı çıkan bir lidere "vay be! ben neymişim?! demediği için, kibre kapılmadığı için dua etmesi gereken insanların, sürekli haksız çıkmalarına rağmen her şeyi biliyormuş gibi davranmaya devam etmeleri ibretâmiz bir hâlde beni çok şaşırtıyor!

Bizim gibi avamdan insanların bir konuda haklı çıktıktan sonraki tavırlarını bir düşünsenize?

O tavırlar. O afralar, tafralar... Aman Allah'ım!

Eminim ki sizin çevrenizde de böyle tipler çoktur.

Hele ki bu tipler kendi ölçeklerinde bir grup, topluluk yöneticisi olmaya görsün. Dahası, hasbelkader bir kararda da isabet etmeye dursun. Malum. O artık nirvanaya ulaşmıştır!

Özellikle ilçe başkanlığı göreviyle siyaseti içerden tanıma fırsatı da edindikten sonra çoğu zaman kendime soruyorum:

Recep Tayyip Erdoğan olmak nasıl bir şey? diye.

Öyle yönetici kimliğinden de falan bahsetmiyorum. Sakın yanlış anlamayın. Bir insan olarak düşünüyor, anlamaya çalışıyorum.

Çeyrek asırdır liderlik yapacaksınız. Her yarışta birinci ve birçok konuda zaman sizi haklı/galip taraf olarak çıkaracak.

Sabahları aynaya baktığınızda kendinizi ne olarak görürdünüz acaba?!

Hiç mi o kahrolası nefsiniz size baskın çıkmaz veya şeytan sizinle uğraşmazdı?!

El-İnsaf. Vallahi kolay bir imtihan değil.

Kendisi de bir insan en nihayetinde. Ailesi, eşi ve çocukları olan...  Kimi zaman hastalanan ve kimi zaman yorulan, gülen, ağlayan, hataları da olan ama bunların çok ötesinde muhteşem bir siyasi dehaya sahip Recep Tayyip Erdoğan.

Onun başına gelenler koca koca imparatorların, imparatorlukların başına gelse hiçbiri üç gün ayakta kalmayacak iken; bütün bunların üstesinden gelen bir lider hâlâ "Allah'ın huzurdan başka kimsenin önünde eğilmeyin!" tevhidi çağrısında bulunuyorsa eğer, bu ülkede Allah'ın huzurundan başka kimsenin önünde eğilmeyecek olan Müslümanların buna hürmeten dâhi olsa kendisine dua etmeli ve destek vermesi gerekmez mi?

Ne demişti Yusuf (as): "Ben kendi nefsimi temize çıkaracak değilim." Yusuf Suresi/53

Kendi ailemizi koruma iç güdüsüyle hareket ederken bile dengeleri gözetip, ailemizin her bir ferdine farklı yaklaşımlar sergileyen bizler; sözkonusu farklı kişiler olduğunda, çok rahat davranabiliyoruz. Hele ki yöneticiler babında ipleri çok kolay bir şekilde koparabiliyoruz.

Reellikten kopuk aşırı duygusallık ile bezenmiş samimiyet göstergeleri maalesef kimsenin faydasına olmuyor. Bugüne kadar olmadı. Bundan sonra da olmayacak.

O yüzden birbirimize daha çok ihtiyacımız olan bugünlerde birbirimizi üzmek yerine; safları sıklaştırmanın yollarını bulmalıyız. Bunun için çaba göstermeli ve en önemlisi ise içten bir şekilde yöneticilerimiz başta olmak üzere birbirimize dua etmeliyiz.

Hele ki çocuklarımız kızlı-erkekli olarak giyimlerinden davranışlarına varıncaya kadar uçuruma doğru ilerlerken bina-i mersus olmaya eskisinden daha fazla ihtiyacımız var.

Gazze'nin çocuklarının cennete gitmesi tek tesellimizken;  Kemalist devrimlerin çoğu, her 10 yılda bir gerçekleşen darbeler, 28 Şubat post modern darbesi gibi kara lekeler geride kalmışken; kurulduğu günden bu yana statüko, vesayet başta olmak üzere FETOvari durumlarla vuruşa vuruşa gelen ve yeni yeni muktedir bir duruma eren AK Parti sonrası İslam'i camianın bunca imkâna ulaşmasına rağmen Müslümanlar olarak önceliklerimizi unuttuğumuzdan kendi ülkemizin çocukları nereye gidiyor peki?!

Siyonist bir anlayışla yakılan ülkemizin ormanları ile beraber geleceğimiz olan çocuklarımız ateşe doğru ilerlerken bizi ne teselli edecek acaba?!

Allah, Gazze'den önce, bunca olanak içinde kendinizi ve ailenizi insanlardan ve taşlardan olan cehennem ateşinden korumak için ne yaptınız diye sormayacak mı?

"Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır veya taştan yapılmış tüm putlardır. O'nun başında görevli olarak bulunan melekler sert ve kuvvetlidirler. Allah'ın buyruğuna karşı gelmez, kendilerine emredilen herşeyi yaparlar." Tahrim Suresi/6

Ve dahası... İsrail'e müdahale etmeden önce bu ülkede "Gazze bizim kardeşimiz değil" diyen bir zihniyetin adayına %48 oy çıktığını unutmamak gerekiyor. Nitekim 2023 seçimleri öncesi Recep Tayyip Erdoğan'dan bugün İsrail'e müdahale etmesini isteyenlerden bazılarının da o gün, o %48 içinde olduğunu da hepimiz biliyoruz.

"Ey iman edenler! Samimî ve kesin bir dönüşle Allah'a tövbe ediniz! Böyle yaparsanız Rabbinizin sizin günahlarınızı affedeceğini, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğini umabilirsiniz. O gün Allah, Peygamberini ve onun beraberindeki müminleri utandırmaz. Onların nûru, önlerinden ve sağ taraflarından sür'atle ilerler. Şöyle derler onlar: “Ey Kerim Rabbimiz! Nûrumuzu daha da artır, tamamına erdir, kusurlarımızı affet, çünkü Sen her şeye kadirsin.” Tahrim Suresi/8

Muhatabını bulmamız duasıyla.


Sosyolog-Yazar

Ahmet Maruf Demir 



12 Aralık 2024 Perşembe

Yasin Börü Haykırmıştı: SEDNAYA!

Zalim gitti. Özgürlük geldi. Fakat hâlâ rahat değil içimiz. Öfkemiz, adaletin tecelli edeceği güne kadar diri.

Zalim Esed ve Ailesinin ve cümle şürekasının yargılanmadığını görmeden rahat etmeyeceğiz anlaşılan.

Ve en son arda kalan... Sednaya!

Şöyle en günahsızından sövebileceğimiz küfürlerimiz olsa keşke. Alimlerimiz bu konuda fetvalar verse ya... O da olmuyor işte... Ne de olsa düşmana benzemek yok serde!

Sednaya'da olanlara şehadetinden önce şahid olmuştu Yasin Börü. Hem de 10 yıl önce. 2014'te haykırmıştı adeta. Yayımlanan 55.000 işkence fotoğrafının ardından "#İnsanlıkSuçunaSessizKalma" demişti. Lakin sesini dünyaya işittirememişti.

Dünya, Suriye'deki bu katliama dilsiz, kör, sağır kalırken; o, adil şehitlerden olarak Rabbine kavuşmuştu.

İmdi.

Hapishane görüntülerinden sonra yok "direniş ekseni", yok "kardeş kavgası", yok "ABD emperyalizmi", yok" BOP Projesi" martavallarına inanıp, Suriye'deki mazlum muhalifleri yalnız bırakan -özellikle- Türkiye'de ki birçok insanın acilen nasuh bir tevbe etmesi gerekmiyor mu?

Ve dahası bütün bunlardan elbette ders çıkarması lazım değil mi?

Ama anladığım kadarıyla hiç de öyle olmayacak. Öyle gözüküyor ki kibirlerinde boğulup gidecekler. Cehennemin dibine kadar yolları var. 

Neyse, biz onlardan önce kendimize bakalım. Kendimize dönelim şimdi de. Şöyle diyelim:

Allah muhafaza, ya biz de onlar gibi olsaydık. Allah muhafaza, ya biz de zalimden yana dursaydık. Allah muhafaza, ya biz de Esed'i, Ailesini ve avenesini destekleseydik? Allah muhafaza, ya biz de mazlum çocukları, kadınları ve işkence altında inleyen insanları kötüleseydik?

Hamd, hamd, hamd... 

İlk günden itibaren Suriye halkının yanında olanlar olarak Rabbi'mize ne kadar hamd etsek az.

Bizleri basiret, feraset ve hikmet sahibi kılarak Suriyeli kardeşlerimizin yanında olmamızı sağlayan Rabbimize ne kadar şükretsek az.

Ahmet Maruf Demir 



3 Aralık 2024 Salı

Sn. Erdoğan, Bir Beraat Belgesi Olsun İstiyor.

1️⃣

Muhatabınıza yapacağınız en büyük hakaret onun aklıyla dalga geçmenizdir.

Soru: İsrail'i destekleyen ABD, Suriye'de gözümüzün önünde PKK/YPG'ye silah desteği veriyor mu?

Cevap: Veriyor.

Soru: İsrail'e karşı olduğunu söyleyen Hizbullah ve dâhi Esed'in uçakları, düşmanları olduğunu söyledikleri İsrail'e saldırıp, orayı bombalayacağına mazlum halkın üzerine ölüm yağdırıyor mu?

Cevap: Yağdırıyor.

Soru: Bir başka emperyalist olan Rusya, ABD'nin müttefiki olan YPG'nin Suriye'deki ilerlemesine ses çıkarmazken; taraf, İslami muhaliflerin ilerleyişi olunca bütün gücünü kullanıyor mu?

Cevap: Kullanıyor.

Soru: Siyonizmin Türkiye'deki aparatları herkesin aklını kendilerinde olduğu gibi kiraya verilmiş zannediyor mu?

Cevap: Zannetmek ile kalmıyor. Buna inanıyor.

2️⃣

Suriye'nin has evlatlarından oluşan SMO ve HTŞ grupları sadece sahanın değil masanın da önemini artık anlamışlar.

Silah kadar... Hatta ondan bile daha önemli olan kalemin gücünü kavramış olan muhalifler, bunun ilk izlenimini Halep'in yeniden fethinde gösterdiler.

Ele geçirdikleri yerlerde hangi dine ve inanışa sahip olursa olsun sivil halkla kurdukları diyalog bunun en bariz göstergesi oldu. Son örnek de Tel Rıfat bölgesinde PKK/YPG ile yaptıkları anlaşma oldu.

Yine bu gruplar, Halep'te Nusayrilere yaptıkları gibi burada da Kürtlere çağrı yaptılar. Ve onları Suriye'den, yani kendilerinden ayrı tutmayacaklarını ilan bütün dünyaya ettiler.

Bütün bu gelişmeler ışığında, ortak bir aklın devrede olduğu ve geçmiş yanlışlardan dersler çıkarıldığını anlamak güç olmasa gerek.

Her şeyden önce artık sadece silahın değil; bilgi ve bilinç istikametindeki eylemliliklerin sonuç getireceği tecrübesine ulaşmak, açıkçası bu süreçte Müslümanlar açısından en sevindirici gelişme olmalı!

3️⃣

Suriye'deki gelişmeler ve doğrudan bağlantılı gördüğümüz Kudüs ve Gazze meselemiz, Türkiye'nin bir iç sorunu olan Kürt meselesinden ayrı tutulamaz.

Daha önce hem siyasi saha çalışmalarımızda hem de yazılarımızda olsun Sn. Bahçeli kanalıyla bir çağrıyı beklediğimizi ifade etmiştik.

Çünkü;

kangrenleşmiş bu yaranın diğer tarafında da bunca yıldır acıyı yaşayan ve onca şehidin öfkesini bağrına gömen bir kitleyi ancak Sn. Bahçeli'nin büyük hatırı teskin edebilirdi. Ki öyle de oldu.

Velhasılı bütün bir sosyoloji çözüme bu kadar yakınken ve heyecanlı iken Kudüs'e giden yol Yeni Anayasa'dan geçer çağrımı yenilemek istiyorum.

Ülkemizde siyonizmin aparatı olan partilerin ve örgütlerin ne dediğine, ne diyeceğine bakmadan ilk dört maddeyi dâhi tartışmaya açabilecek bir anayasa ile (ki Öcalan buna 1921 Anayasasını örnek verir) Türk'ün ve Kürd'ün ve Arab'ın ve Laz'ın Ve Zaza'nın ve daha nicesinin bir çatı altında toplanmasını ancak sağlayabiliriz.

Ve böylece içerde sağlayacağımız bir mutabakat ile birlikte coğrafyamızda da barışın ve kardeşliğin teminatı olabiliriz.

4️⃣

İnanıyorum ki Sn. Cumhurbaşkanı'mız Recep Tayyip Erdoğan'da Allah'ın huzuruna elinde bir beraat belgesiyle, yani bu ülke için yapacağı son ve en büyük iyilikle, yani Yeni Bir Anayasa ile çıkmak istiyor.

O zaman...

Ömrünü bu millete adayan Sn. Cumhurbaşkanı'mız Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere hem ülkemiz ve hem de bütün bir coğrafyamız için bu hususta ister bireysel ister kurumsal olsun hepimiz elimizi taşın altına koymalıyız.

Bugüne kadar olduğu gibi bütün bir yükü yine onun sırtına yüklememeliyiz.

Ahmet Maruf Demir 



23 Ekim 2024 Çarşamba

KIYMETLİ KAMUOYUNA ÇAĞRIMDIR.

İlçe Başkanlığı dönemimizde esnaflardan STK'lara varıncaya dek yapmış olduğumuz ziyaretlerde en fazla eleştirildiğimiz konu MHP ile olan ittifakımızdı.

Dillendirilen en başat söylem, Kürt meselesinin çözümüne dair Sn. Cumhurbaşkanı'mızın elinin Sn. Devlet Bahçeli tarafından bağlandığına ve Sn. Recep Tayyip Erdoğan'ın şahsında ülkenin giderek milliyetçi söyleme yöneldiğiydi.

Bizler, bunun böyle olmadığını; aslında Sn. Bahçeli'nin meclis kürsüsünden idam ipleri atmaktan her Kürt terörist değildir, her teröristte Kürt değildir yaklaşımına geldiğini ve bunu Kürt illerindeki billboardlarda, yolcu duraklarında dâhi paylaştığını söylemiştik.

Yine bu ziyaretlerimizde, daha ilginç ve muhataplarımızın oldukça şaşırdığı bir şeyi daha ifade etmiştik.

(O günün anketlerinde) MHP'nin baraj altında gösterilmesine dair, yani (anketlere göre) kendi tabanını kaybetme pahasına, Sn. Bahçeli'nin yine de Sn. Cumhurbaşkanı'mızın yanında olduğunu ve Yeni Anayasa tartışmaları zemininde oldukça yumuşak bir dil kullandığına dikkat çekmiştik.

Bu bağlamda, özellikle Yeni Anayasa'ya vurgu yaparak oylarını istiyor ve Bağlar gibi bir ilçe'de elimiz ne kadar güçlü olursa, Sn. Cumhurbaşkanı'mıza, Genel Merkez Teşkilat Başkanlığı'mıza karşı dilimizin de o kadar uzun olacağını belirtiyorduk.

Hatta, annemizin küçükten bizim adımıza babamızdan para istemek için "oğlum sizde okulda başarılı olun, yaramazlık yapmayın ki ben de babanızdan para isterken dilim uzun olsun" hatırasını dâhi paylaşıyorduk.

Şimdilik bütün bunlar burada bir dursun. Günü geldiğinde ve ömrümüz yeterse eğer daha detaylı bir şekilde ilçe başkanlığı dönemimizde yaşadıklarımızı belki bir hatıra kitabı olarak paylaşırız.

Bizim asıl üzerinde durmak istediğimiz ve anın vacibi olarak gördüğümüz başka bir nokta var.

Sn. Cumhurbaşkanı'mızın liderliğindeki bir Türkiye Devleti'nin artık eski Türkiye'de olduğu gibi günlük planlar yapmadığını bilmemiz gerekiyor.

Bu bilinç doğrultusunda Türkiye halkları olarak, sadece bölgemizin değil bütün bir insanlığın barışı için bu muhteşem devletlü aklından faydalanmalıyız. Geri kalmamalı ve ona ayak uydurmalıyız.

Sn. Bahçeli'nin dediği gibi: "Recep Tayyip Erdoğan'ı tanıyın, tanıtın ve anlatın."

Yapılması gereken bellidir.

Dini, kavmi, mezhebi  ve meşrebi ne olursa olsun, bütün nefsani duygularımızı ayaklarımızın altına almak ve hakiki bir liderin arkasından yol yürümektir.

Bir diğer çağrımız ise bölgemizin vakıf, dernek ve kanaat önderlerinedir. Kıymetli okurlarımız umarım ukalalık yaptığımızı düşünmezler. Ama söylemem gerekir ki bütün bu kesimlerin yanında bir hatırımızın olduğu gerçeğidir.

Sağolsunlar. Sevgilerini ve saygılarını her daim hissettirdiler. İyi günde kötü günde her daim yanımızda oldular. Her platformda dile getirdiğimiz gibi üzerimizde epey de emekleri oldu.

Hatırımıza binaen kendilerinden naçizane isteğim şudur:

"Aynı metodu deneyerek farklı bir sonuç beklemek deliliktir" der, Albert Einstein.

O yüzden eski usul bir çözüm süreci olmaz. Bunu aklı başında olan herkes bilir. En fazla da bunun bedelini ödeyen Sn. Cumhurbaşkanı'mız ve AK Parti bilir.

O yüzden ivedilikle Huda-Par gibi siyasi ayaklarının da olduğu bölgenin bütün dinamikleri bir araya gelerek Yeni Anayasa metnine katkı sunacakları bir oluşum meydana getirmeliler.

Gördüğüm kadarıyla çözüm sürecinden kalma bir muhtapsızlık hepsinde kırgınlığa yol açmış. Bu yüzdendir ki bu kesimlerde bir sessizlik hakim. Anlayışla karşılıyor ama doğru bulmuyorum.

Bu tarihi döneme tanık olmalarını ve tartışmaları salt Öcalan'ın konuşmasından veya özgürlüğünden çıkartarak, DEM/PKK/Öcalan üçgenine hapsetmeyerek acilen bir sekreterya oluşturmalarını ve yine Öcalan'ın defaatle 1921 Anayasasını vurguladığı gibi Yeni Anayasa sürecinde kamuoyunun sesi olmalarını rica ediyorum.

Şahsıma da düşen bir şey olursa eğer emirlerinde olduğumun altını kalın çizgilerle çiziyorum.

Saygılarımla...

Ahmet Maruf Demir



9 Eylül 2024 Pazartesi

Allah Belasını Versin

Ben Narin'i en son severken öldüm.

Beklemek mi?

Ölümden de beter!

Eylül'de bunu gördüm.


Bütün samimiyetle söylüyorum. Yazmak hiç içimden gelmiyor. Ama o kadar aşağılık bir zihin dünyaları ve propaganda güçleri var ki insan gerçekten dayanamıyor. En azından içlerinde hâlâ iyiliğe dair hassasiyeti olanlarına seslenmek istiyor.

Şöyle ki,

Dün gece Diyarbekir'de bir tükenmişlik sendromuna şahit olduk. Belli ki dert acıyı yatıştırmak değildi. Bilakis acıyı daha da büyütmekti.

Mesela, adalet derler. Ama suçun şahsiliğinden bi-haberler.

Bütün bir köyü zan altında bırakmak, siyasi partileri suçlamak, Kur'an Kursları'nı, dinî, diyaneti suçlamak adaletli olmasa gerek.

Emin olun. Bu şekilde herkesi suçlu göstermek Siyonist anlayıştan farklı bir durum değildir.

Bugün İsrail'in Gazze'de yaptığı neyse, KENDİLERİNE AİT BİR KÖY OLMADIĞI İÇİN, birilerinin, bugün Tavşantepe Mahallesine yaptığı da budur.

Katil veya katilleri linçleyelim. Hatta idamını isteyelim. Ve hatta idam edelim. Ama kimse kusura bakmasın. Yine aynı vicdanım sırf o köy kendilerinden olmadığı için bir bütün olarak herkesin hedefe konulmasına el vermiyor.

Elbette sadece Tavşantepe için değil bu söylediklerim. Kim veya neresi olursa olsun bütüncül bir suçlama hiçbir zaman doğru değil.

Ve Seyyid Rıza'nın dediğini diyorum: Ayıptır. Yazıktır. Günahtır. Diğerleri bir kenara dursun. Sadece köyde dâhi bir tane masum bir kişi varsa, onun hakkına girmek bile büyük bir suçtur.

Ayrıca Kemalist ve Fetoist hesapların bir bütün olarak bütün bir köyü zan altında bırakmalarının nedenin de yine aynı sebepten olduğunu düşünüyorum.

İnanın daha olumlu düşünmek isterdim. Ama siyak ve sibakına, öncesi ve sonrasına baktığımda -Allah kahretsin- aklıma bundan başka bir şey gelmiyor.

Bunca çocuk öldü. Öldürüldü. Ölüme gönderildi. Bu insanlar bütün bu olaylarda neredeydi? Ya da olayların neresindeydiler?

İşte bu nedenle, üzülerek belirtmek isterim ki Narin umurlarında bile değil.

Tekraren demem o ki; bu denli ahlaksız bir siyaset yapmaları O KÖYÜN KENDİ KÖYLERİ OLMADIĞINDANDIR.

Acıyı bir başka acıyla yarıştırmak istemem ama kendilerine yakın olanlardan bu canililikleri yapanlar yokmuşcasına davranmaları insanın gözünü yaşartıyor!!!

Ne yani, başkaları da kalkıp bir diğer çocuğumuz olan Leyla Aydemir'in katilinin Sırrı Sakık, Gülten Kışanak ile çektiği fotoğraflar üzerinden aynı davranışı mı göstersin? Ya da bütün bir Ağrı'yı mı suçlasın?!

Yoksa dert, Gezi veya 6-8 Ekim olayları gibi yeniden bir iç karışıklık mı çıkartmak?

Geçen günlerde yine burada, blog sayfamda, Bloomberg'in bir araştırmasına yer vermiştim. İç karışıklık beklenen ülkeler arasında Türkiye açık ara birinci sırada gösterilmişti.

Yoksa istenilen tam da bu mu?!

Yapmayın. Bu siyaset tarzından bu halk bıktı.

Bakın. Zaten bir iç karışıklığa bu halk gelmez. Ayrıca siz böyle yaptıkça -gündemi başka bir gündem oluşturarak hiç edince- Narin ve benzeri çocuklarımızın katilleri unutulmaya; asıl gündemlerimiz buharlaşmaya devam ediyor.

Bu yüzden, hiç de sırası olmadığı halde...

Şu zaman itibariyle Narin'in acısını yaşamaktan ziyade zihnimi, kalbimi ve vicdanımı bu yazıyı yazmaya  zorlayanların Allah belasını versin.

Çocuk katillerinin Allah belasını versin. Bu acıya sebep olanların Allah belasını versin. Bu gibi olayları örtbas etmek isteyenlerin Allah belasını versin. Acımızı yaşamamıza izin vermeyenlerin Allah belasını versin. Acı üzerinden siyasi rant devşirenlerin Allah belasını versin. Bu olaylar üzerinden iç huzurumuzu bozmaya çalışanların Allah belasını versin. Kendisinden olmayanları şeytanlaştıranların Allah belasını versin. Narin yaşarken ona ve onun köyüne en büyük düşmanlığı yapıp salt meşum ölümü üzerinden melekçilik oynayanların Allah belasını versin. 

Sekülerleşen dünyanın LGBT-İ, Pedofoli, OnlyFans, Porno yayılmacılığına ses çıkarmayanların... Dahası bunlara güzellemeler yapanların... Sapıklığa götüren etkenlerin özgürlük adı altında önünü açanların... Epstein'in 18 yaşından küçük çocukların görüntülerine tek kelime etmeyen ama olayın bir yerinde İslâm dinine ait bir kavram geçtiğinde ortalığı ayağa kaldıran çocuk istirmarcısı ikiyüzlülerin Allah belasını versin.

Otopsi raporları açıklanmasa dâhi görgü tanıklarının ifadelerine bakılırsa bir çocuk öldürüldü, bir çocuk. Çoo-cuk!!!

Ve binlercesi de bu gibi iğrenç, saldırgan, hedef gösteren toptancı dillerden, zihniyetlerden dolayı ölmeye ve ölüme gönderilmeye devam ediyor. Kaçırılıyor, tacize ya da tecavüze uğruyor.

Son söz yerine;

Hadi madem! O kadar samimiyseniz eğer, başka şeyler şimdilik hele şöyle dursun. Sadece çocuk ölümlerine neden olan canilere idam isteyin de görelim.

"Kısasta Hayat Vardır."

Ahmet Maruf Demir 

#narin #leyla #çocuk @öne çıkar



28 Ağustos 2024 Çarşamba

Bu Fotoğraf Bize Ne Söylüyor?

"Elimde duran fotoğrafın / Baktım inan tanıyamadım / Bu şarkımı ben sana yazdım / Sense hala anlayamadın" diyor Bergen, "Elimde Fotoğrafın" şarkısında. 

Sonrasında şöyle devam ediyor:

"Şimdi beni anlıyor musun / Bu şarkımı dinliyor musun / İnan seni çok seviyorum / Sen de beni seviyor musun?"

Tabi bu şekilde yazınca çok da anlamlı olmuyor. Size tavsiyem, şarkıyı Bergen'in kendi sesinden dinlemeniz.

Bu şekilde bir arabesk girişin ardından biz asıl mevzumuza gelelim.

İlçe Başkanlığımız döneminde üç yıl boyunca ev ev, sokak sokak, mahalle mahalle Bağlarlı hemşehrilerimize anlattığımız meseleye.

Yani vesayetçilerin saltanatına son vermeye. Yeni bir Anayasa'ya!

Nitekim Tuncay Özkan gibilerin kudurmaları boşuna değil. Yağlı bir urgan gibi boynunuza geçirdikleri Anayasanın ellerinden kayıp gitmelerinden korkuyorlar.

Son Malazgirt kutlamalarında, liderlerin verdiği fotoğraf karesi de bunun en açık göstergesiydi.

Tabi şunu açık ve net söyleyeyim ki bu ülkenin başına bela olmuş Siyonizmin'den olma, Kemalist ve Apoist ideolojilerden yana olmayanlara, karşı duranlara yönelik okumalar yapmada ve o okumaların analizini ulaştırmada ya pasif kalıyor ya da derdimizi tam olarak anlatamıyoruz.

Hâl böyle olunca, sözkonusu ideolojilerin sahipleri propaganda güçlerini kullanarak mazlumu zalim, zalimi de mazlum gösterebiliyor.

Velhasılı, Siyonizm'in aparatları olan bu -izmlerin hepsi böyledir. Dayatmacıdır.

Tuncay Özkan örneğinde olduğu gibi. Şimdi sadece hakaret edebiliyorlar. Çünkü despotik güçleri Sn. Cumhurbaşkanı'mız Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti kadroları tarafından epey bir törpülendi.

Ama dün öyle değildi. Çok daha rahat asıyor; en basitinden asimileye başvuruyorlardı. O da olmazsa hepten inkar ediyor ve yasaklıyorlardı.

Birkez daha söylüyorum. Allah muhafaza ellerine güç geçse yarın da yine aynısını yapacaklar.

Yerel seçimlerde (tabi bizim de bazı hatalarımızdan dolayı) AK Parti şöyle bir yalpaladı ve ardından gördüğümüz gibi sinmiş klikler hemen canlandı.  Hafiften cadı avları dâhi başladı. Bir şapka uğruna nice hilallerin batışı bile kimilerince unutuldu!

Tarihe bir not bırakarak şunu ifade edeyim ki;

Birçok kesim olmak üzere; ama hassaten İslami Kesimler, Kürtler ve de Aleviler, Kemalizm ve beslemesi olan Apoizme karşı uyanık olmaz ise eğer 100 yıl önce olduğu gibi en büyük kazık yine kendilerine atılacak!

Bu sebeple yapılacak şey bellidir.

MHP ve HudaPar'ın kendi ikballerini değil; (birde Zaza Cumhurbaşkanı Yardımcısıyla) elele tutuşarak ülkenin geleceğini, halkların kardeşliğini önceledikleri bir platformda, özellikle ama özellikle DEM Partisi'ne büyük bir sorumluluk düşmüştür.

Bu sebeple o meşhur kibrini artık bir kenara atmalıdır. CHP'nin emniyet sibobu olmaktan vazgeçmelidir. Halktan aldığı iradeyi örgütlerin tasarrufundan çıkarmalıdır. Tabanının 7 Haziran 2015 seçimlerinde verdiği daha önceki mesaja kesinlikle geri dönmelidir.

Malazgirt 'de olduğu gibi...

DEM Partisi, Selahattin Demirtaş'ların, Leyla Zana'ların meselelerin çözümünde işaret ettikleri Sn. Cumhurbaşkanı'mız Recep Tayyip Erdoğan ile ülkenin geleceğine dönük aynı fotoğraf karesinde yerini ivedilikle almalıdır.

Yoksa alternatiflerin gümbür gümbür geldiği bir düzlemde Kürt seçmeninin ekseriyetini büyük oranda kaybedecektir.

Ahmet Maruf Demir 

#malazgirt #photo @öne çıkar



17 Ağustos 2024 Cumartesi

5 Dakika Beni Dinler Misiniz?

Bloomberg gelecek oniki ay içerisinde G-20 ülkeleri arasında iç karışıklık çıkma riski olanları bir grafik halinde sıralamış. Doğrusu bu grafiği çok ama çok önemli olarak görüyorum.

Sözkonusu grafiğe göre ise Türkiye açık ara birinci sırada gösterilmiş. Aslında bu durum Türkiye iç siyasetinde uzun süredir üzerinde durduğumuz konuların tezahürüne işaret ediyor.

Hadi gelin. Hep birlikte bu grafikte Türkiye'nin neden bu denli yüksek oranda çıkmasına şöyle birkaç örnekle göz atalım:

1) Özellikle 2024 yerel seçimlerinde AK Parti'nin ikinci parti olmasıyla beraber ne idüğü belli olmayan hesapların Kürt, Türk ve Arap halkları üzerinden ayrımcı, kışkırtıcı ve faşizan paylaşımlarının çoğalması.

2) Hiç gereği yokken ve nedeni hâlâ anlaşılmayan bir şekilde bir bozkurt işareti üzerinden Milli Takım'ımızın tek tipleştirilmeye çalışılması ve yine aynı işaretin bu ülkenin bir şehrinin takımı olan AmedSpor'a karşın nefret objesi olarak kullanılması.

3) Terör örgütü lideri lehine slogan atan gençlere ülke sevgisi aşılamak; birleştirici, kucaklayıcı bir dil yerine seksen darbesinde bir işkence aracı olarak kullanılan ve Kürtler özelinde derin izler bırakan Türkiyem* şarkısının dinletirilmesi. Ki daha sonrasında bu olayın bukez DEM Partisi eliyle sanki halaya karşı çıkılmış gibi kamuoyuna yansıtılması.

* Türkiye için ölmek ile "Ölürüm Türkiyem" şarkısı arasında darbe farkının olduğunu bilmek gerekiyor.

4) Diyarbekir, Batman gibi şehirlerde mevcut belediyelerin hizmet siyaseti yerine ideolojik siyaset yapmak istemeleri (mesela aynı siyaseti en büyük Kürt şehri olan İstanbul'da belediyeye yaptırmak yerine Dem Teşkilatlarının yapması!); ve buna karşılık valilik tarafından Kürtçe yazıların silinmesiyle halkın duygularının bir taraftan tahrik edilmek ve diğer yandan sömürülmek istenmesi.

5) Suriyeliler üzerinden oluşturulan kışkırtıcı dilin Kayseri gibi mütedeyyin ve barışçıl bir il üzerinden operasyon çekilerek "arınma gecesine*" dönüştürülmesi.

* "Arınma Gecesi" beş bölümden oluşan bir film serisidir. Filmi izleyenler ne demek istediğimi anlayacaktır.

6) CHP'nin son yerel seçimde birinci parti olması ve ardından oluşturulmak istenen yönetim zaafiyeti algısına paralel olarak terör örgütünün dışardan ve içerden yeniden bağımsızlık söylemli eylemselllik konseptine dönmesi.

7) Siyonist şebekenin ülkemizde kendi türevi olan Kemalist oligarkları etkileyerek ve etiketleyerek bildikleri en iyi iş olan fitne ve fesadı yaymaya çalışması.

8) Gazze ve Filistin gündemiyle toplanan ve bütün dünyaya birlik mesajı veren bir TBMM'yi hazmedemeyenlerin, mesleği provokatörlük olanları kullanarak Gazze ve Filistin gündemini sabote etmesi. Mecliste tasvip etmediğimiz bir kaosa sebep vermesi.

Vesaire...

Elbette örnekler çoğaltılabilir. Ama son aylardaki başlıca nedenler bunlar. Bu örneklemeler üzerinden genel bir değerlendirmenin yapılabileceği kanaatini taşıdığımdan bu kadarını yeterli görüyorum.

Peki, bu ülkede tek tipçi bir ideoloji ile başlayan Müslüman, Kürt, Alevi avının bir devamı olarak görülen bu duruma karşın ne yapılmalıdır?

Hiç öyle lafı uzatmaya gerek yok. Çoğunuza şaşılacak gibi gelecek ama bu konuda yapılacaklar oldukça basittir.

1) Günümüz Alman Nazi Partisi lideri işlevi gören Ümit Özdağ ve benzerlerine karşı topyekûn bir tavır alınması ve tabana, bu kesimlerin Adolf Hitler siyaseti benzerliğini taşıdığına yönelik bilinçlendirilmeler yapılması.

2) Hem bu ülke hem de bütün bir insanlık için büyük bir kazanım olan AK Parti'nin kızgın, kırgın ve küskünlerini yeniden bir araya getirilmesi ve teşkilatı içi bir eğitime ağırlık verilmesi.

3) İç barışa dair büyük bir imkan olarak gördüğüm AmedSpor'un* maçlarına Diyarbekir AK Parti Vekillerinin ve Teşkilatlarının sahip çıktığı gibi diğer illerdeki teşkilatların da sahip çıkması veya en azından o illerde bir futbol takımı üzerinden ayrımcı ve bölücü siyaset oluşturulmak istenmesine izin verilmemesi. 

*Yönetim bazında da AmedSpor'un bu hususa dikkat etmesi!

4) İvedilikle Yeni Anayasa söyleminin yeniden gündemleştirilmesi ve her türlü fikrin en yüksek sesle tartışılmaya açılması.

Böylesine bir zeminin oluşması halinde tavsiyeler elbette çoğaltılacaktır.

Bakınız. Açık ve net söylüyorum. Öncesiyle ve sonrasıyla; gideniyle ve kalanıyla eğer bir bütün halinde Sn. Cumhurbaşkanı'mız liderliğinde bir araya gelemezsek, hem bu ülkeye hem de başta coğrafyamız olsun bütün insanlığa karşı ihanet etmiş oluruz. Yazık etmiş oluruz. Ve bugüne kadar ki bütün bir kazancı da heba etmiş oluruz.

Biz Kürtlerin güzel bir sözü vardır. "Eger hûn nebin yek, hûn ê herin yek bi yek" Yani derler ki; eğer siz bir olmazsanız, bir bir yok olursunuz.

Siyonizm'in bugün Gazze'de yaptığı neyse, yarın ülkemizde de tetikçi ideolojileri eliyle yapacağı odur. Ve o gün geldiğinde bu ideolojilerin size bakış açısı küskünlüğünüze, kırgınlığınıza, kızgınlığınıza göre değil AK Parti'nin bir çayını dâhi içip içmediğinize göre olacaktır.

Son kertede...

İç karışıklık ile iç savaş birbirinden ayrı kavramlardır. Türkiye ölçeğinde bir iç savaşın olması başta kültürel sebepler olmak üzere birçok açıdan imkansıza yakındır. Lakin iç karışıklık bu ülkede daha önce tecrübe edilmiştir. Bu bile hem ekonomik hem de sosyopsikoljik olarak ülke açısından olumsuz bir durumdur.

Ahmet Maruf Demir 



30 Temmuz 2024 Salı

O Olimpiyat Meşalesi Var Ya…

Neyse, anladınız siz onu. Aslında biraz olsun hakkımız olmalıydı. Şöyle içimizi rahatlatırcasına gelmişine geçmişine küfredebilmeliydik en günahsızından. Ama yok işte. Olmuyor maalesef. Mesela, Metin Önal Mengüşoğlu, “tam kumrular tüy düşürürken şafağa…” derken, behemehâl dizeyi yanlış yorumlama hissiyatı oluşuyor. Fakat hemen akabinde Erdem Bayazıt sesleniyor derinden: “Bizi tutan bir şey varsa, dirilten o sensin.” diyor ve biz el freni çekilmiş kamyonun damperi gibi kalakalıyoruz kalktığımız yerden.

Çünkü biz buyuz. Bizim sınırlarımız suni değildir. Çizgilerimiz vardır. Vahiy ve sünnet ile çizilmiştir. Kendimizden başka herkestir bizi biz yapan. Sorumluluk sahibi kılan. Hesaba ve kitaba ve mizana inanırız. Allah var! Söz ile kalem ile eylem ile bir yerde durmak da imandandır deriz. Hayatımızı ona göre tanzim ederiz.

Benzeyemeyiz biz, bizden olmayanlara. Tersine biz, onları kendimize benzetmek isteriz. Çünkü biz biliriz, ekranları kirleten France 2024 Olimpiyacus artıkları ile Monşer hastalığı Malafacus sinkaflığından sıyrılıp bize ait olan cümlelerin bu dünyayı daha iyiye kavuşturacağına. Hem de o çokbilmiş ukalalardan daha iyi biliriz de ama işte onlara benzemek istemeyiz!

Sezai Karakoç’un İnsanlığın Dirilişi’nden teşhis ederiz genelde Batı’nın asıl hastalığını. Özelde ise Fransa’nın neden öyle davrandığını… Öyle ki Fransa, Özgürlük Heykeli’ni Amerikaya postalarken de aynı tasavvuru taşırdı üzerinde.

Bakmayın siz dünyanın sözde yedi harikasından biri olanın bir elinde ateş bir elinde kitap olduğuna. Asıl olay ayaklarının altındadır. Kırılmış bir zincir vardır orada. Parçalanmışlığı ve atılmışlığı sembolize eder. Nitekim o zincir, Olimpiyat Oyunları açılışında yakılan, patlatılan kilisenin ta kendisidir. Dindir, diyanettir, maneviyattır o.

Genelde Batı, özelde Fransa… Bu konuda çok da haksız değillerdir aslında.

"Goya’nın Hayeletleri" filmini izlerken görürüz kilisenin edepsizliğini, çirkinliğini, ikiyüzlü zalimliğini. Bir ressamın tablosundan seyrederiz bir çağın portresini. İşte bu zulme karşı bir an Napolyon’nun tarafı oluruz. İnes’in ve bütün kadınların hayatı ilerlerken bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden; bir süre sonra yıkılsın, yakılsın, gökler yarılsın isyanına bizler de katılırız. Aradığımız şey bir demet özgürlüktür. Hürriyet ve cumhuriyet aşkınadır çabamız.

Artık hastalık belli olmuştur, demişizdir. Teşhis konulmuştur. Tedaviye başlanılacaktır. Fakat maalesef bu kez de bir elinde ateşi diğer elinde kitabı tutan tek dişli medeniyet herkesten başka kendini, nefsini düşünmüştür. Çünkü kendini beğenmiştir. Kol kırılsın, yen içinde kalsın demiştir. İslam reçetesi yerine Grek ve Roma’nın paganlığına hoop yeniden geri dönmüştür. Kaslı ve hatlı çıplak vücutlarıyla cinselliği, açıklığı ve fahşayı betimleyen heykellerini bu kez canlı ve kanlı bir şekilde Eyfel’de sergiletmeye başlamıştır.

Celaleddin Vatandaş’ın Modern Çöküş’ünden öğreniriz bütün bu olan biteni. Hele kilise şöyle bir yana dursun. Gücü eline alan sözüm ona cumhuriyetçilerin bu kez dine, diyanete az da olsa saygı duyanı nasıl biçtiğine tanık oluruz. En izbe köylerdeki manastırlardan kundakta vaftiz edilen bebeğine kadar, Avrupa'da adım attığımız her yerde kana bulaşır ayaklarımız. Boğuluruz o kan deryasında.

Cevahirhal Nehru’nun Dünya Tarihi’ne dair kızına yazdığı mektupları bitirdiğimizde yıllar geçmiştir. Amma değişen bir şey olmamıştır. Şimdi süslüdür Paris sokakları. Ya da batıya hayran ağızların salyalarına bakarsak gerçekte öyle sanırız. Oysa sırça köşklü cam mekânlar kanalizasyon kokusunu örtmek için icat edilen parfümlerle doludur. Yetmezmiş gibi Champ de Mars meydanına osuruktan teyyare selam söyle o yâre, tenekeden bir kule illüzyonu kondurulmuştur. Böylece Avrupa’nın rahim duvarı onunla yırtılmış, onunla yıkılmıştır. Ahlaka ve anlama dair ne varsa Ren nehrinde boğulmuştur. Cambaza bak cambaza denilerek akıl, vicdan ve irade adına ne varsa o esnada insan olanın bedeninden yürütülmüştür.

Victor Hugo’nun Sefillerini arar gözlerimiz. Fakat heyhat! Giden gitmiştir. Yerlerine Les Misébreles filminde, Fransa’nın modern sefilleri gelmiştir artık. Ve ilk ırkçı olan şeytan, Paris’in banliyölerinde kravatlı ve üniformalı bir şekilde karabasan gibi onların üzerine çökmüştür. Ezilen ötekiler şeytanlaşmış beyaz adamın insafına terk edilmiştir.

Velhasılı demem o ki özelde Fransa ve genelde Batı yolunu kaybetmiştir. Şaşırmıştır. Şeytanın oyuncağı olmuştur. Lastik top gibi bir o yana bir bu yana zıplamaya koyulmuştur. Maneviyatı çökmüştür. Olimpiyat oyunlarının açılışında bütün dünyaya izlettikleri de bunun kanıtıdır. Cisim vardır. Madde vardır. Maddiyat vardır. Ama tarihlerini anlattıklarını görsellerin hiçbirinde insanı insan yapan o ruh yoktur. Öz yoktur.

O öz, o ruh ise ne kilisedir ne de materyalizmdir. O öz, o ruh İslam’ın kendisidir.

 Ahmet Maruf Demir

#france #olimpiyat #2024


10 Temmuz 2024 Çarşamba

BEETHOVEN DİNLEMEDEN ŞEYH SAİD'İ KONUŞMAK

Düşüncelerimi beyaz sayfalara henüz geçirmeden masaüstü bilgisayarımdan öncelikle bir müzik açarım. Bu müzik genellikle Beethoven’in 9. Senfonisi olur. Yok, yok hemen öyle aklınıza Otomatik Portakal kitabından ve daha sonra aynı adı taşıyan filmden etkilendiğim aklınıza gelmesin. Bu hayranlığım çok daha öncesinden zaten vardı.


Hem niye ve nasıl olmasın ki…


Müziği, tanrının sesine benzeten Beethoven, şöhrete ulaştıktan sonra kendilerini yaratıcı yerine koyan tanrıtanımaz muadillerine nazaran çarpıkta olsa bir tanrı inanışına sahipti. Nitekim 9. Senfonisinin aryalarından birinde şu mısralara yer veriyordu: /Tüm neşeli yaratılanlar seni çevreler /Dünya ve gökler nurunu yansıtır /Melekler ve yıldızlar sana şarkı söyler /Kırılmaz övgünün merkezisin; /Çayır ve orman, yayla ve dağ /Parlayan deniz, çiçekli bağ /Tezahürat yapar kuş, akar pınar /Seni sonsuza kadar över!


Yine kendisini anlatan bir biyografi filminde şöyle bir replik kullanılır: “Tanrı, kendi sesini müziğim aracılığıyla insanlara ulaştırdı. Ama beni ondan mahrum bıraktı.”


Bu kadar Beethoven güzellemesi yaptıktan sonra asıl konumuza galiba artık dönmek gerekiyor. Çünkü yazılarımızı takip edenlerin eleştirilerinden biri de yazılarımızın uzunluğu oluyor. Elbette ki bu eleştirileri doğru bulmuyorum. Ki zaten bu eleştiriyi doğru bulmadığım için konuyu açabilecek bir cümle ile de giriş yaptım.


Neden mi?


Çünkü okumaktan aciz bir toplum olduğumuzu haykırmak istiyorum. Bırakın okumayı. İzlemelerin bile bir süreyi geçtikten sonra sıkılganlığa sebep verildiğine dair sözüm ona bilimsel açıklamalar dahi yapılmaya başlandı. Aslında bu ne biliyor musunuz? “Suça” ekranı da ortak etmek ve böylece okur ile izleyici olarak sorumluluktan kaçmak. Kaçınmak.

“Efendim aslında biz okumak ve izlemek istiyoruz. Ama önümüze sürülen şey ilgi çekici olmuyor.” Ne feraset ama... “Okumaya ve izlemeye sabrım yok” dememenin yandan kayış şekli. Tembelliğin daniskalığı. Bana ne katabilir, ne öğrenebilirim? anlayışına sahip olmamanın tezahürü. Her şeyi ben biliyorum havasının kamyon tekerleği hali.


Hayır efendim!


Ben derdimi anlatmaya çalışacağım. Konuşmam gereken yerde konuşacağım. Yazmam gereken yerde de yazacağım. Konuşmam ve yazmam, yani derdimi nasıl anlatmam ve ne kadar anlatmam gerekiyorsa da bir başkasının hakkına girmeden o kadar anlatacağım.


Evet, şimdi de gelelim asıl meselemize… Babam Şeyh Said kitabına. Kitap, Şeyh Said Efendi’nin torunlarından olan Dılşad ve Dılhad Fırat tarafından, Şeyh Said’in oğlu Şeyh Ali Rıza Efendi, Şeyh Said’in Torunları Abdülmelik Fırat İle Mehmet Fuat Fırat ve Gazeteci Doğan Kılıç arasında yapılan o döneme dair soru-cevap şeklindeki bir sohbetin bant kaydı aslında.


İlk olarak kitabın, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemlerini anlatması açısından önemli bir vesika olduğunu düşünüyorum. Dikkatimi çeken ikinci önemli husus ise yazar yorumlarından kaçınılması ve bant kaydının olduğu gibi bütün çıplaklığıyla aktarılması.


Bu anlamıyla tiraj kaybı kaygısına düşmeyen ve tribünlere oynamak yerine gerçeği yansıtan kitabın müelliflerini tebrik ediyorum. Gerçekten güzel bir iş; tarihe ışık tutacak bir vesikayı ortaya çıkarmışlar.

Öyle ki kitaptaki muhabbetler hiç bitmesin istersiniz. Konuşmacıların konuştukları her bir cümle arasında kerpiç ve çamurdan sıvanmış köy evlerinin kokusunu alırsınız. O odanın içinde oturanların her soluk alış verişlerinde yeni yakılmış bir Mutki tütünün dumanı gözlerinizin içine dolar. Odadan çıkar çıkmaz ise bir üşüme alır sizi. O odaya, o odanın içindekilere ve o odayı içinde barındıran o eve bahar hiç gelmemiş gibidir. Hep kardır. Hep kıştır. Hep zivistan, hep barandır. Şöyle, biraz etrafı dolaşayım istersiniz. O zaman da hep kandır, hep gözyaşıdır dersiniz. Yine gelir, o odaya sığınırsınız!


İşte bu, Şeyh Said Efendi’nin ve ailesinin mahzun ve mazlum hikâyesidir.


Kitapta, salt İslami hassasiyetlere sahip olmalarından ötürü ne o dönemin Türkçü, tek tipçi, ulusçu mantalitesini razı edebilmiş, ne de son dönem Kürtçü, tek tipçi, ulusçu anlayışa kendini sevdirebilmiş bir ailenin her şeye rağmen hayatta kalış mücadelesini görüyorsunuz.


Bununla birlikte kitabı eğer aynı döneme denk gelen tarihi bilgiler ışığında okursanız, Şeyh Said Kıyam’ının, “İngilizlerin Bir Kışkırtması” söyleminin ne kadar tutarsız olduğunu da şahit olursunuz.

Örnek olarak Oral Sander’in Siyasi Tarih kitabının dördüncü bölümü olan Çok Merkezliliğe Geçiş ve başlıkları… Bahadır Kurbanoğlu’nun Şeyh Said-Bir Dönemin Anatomisi… Celaleddin Vatandaş'ın Cumhuriyet'in Tarihi... Necip Fazıl Kısakürek’in Son Devrin Din Mazlumları kitabının Şeyh Said-Genç İsyanı bölümleriyle birlikte okunabilir.


Ama özellikle Oran Sender’in Siyasi Tarih kitabının Çok Merkezliliğe Geçiş bölümünü okuduğunuzda, İngilizlerin aslında buralarda dönem itibariye zaten cirit attığını, Türkiye-İran-Irak-Suriye arasında sıkışmış bir neslin söyleşideki ifadeleriyle bir araya getirdiğinizde aradaki tutarlılığa çok şaşıracaksınız. Dahası İngilizlerin onca vaatlerine rağmen şuan ki sözde Kürdi olduğunu söyleyen örgütlerin düştüğü tuzağa düşmediklerini, batının oyununa aslında gelmediklerini öğreneceksiniz.


Velhasıl yok uzun, yok ilgi çekmiyor demeden okuyun, okuyun, okuyun. Hem ne diyordu Ali Şeriati: “Okuyun diyor okuyun. Çünkü mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor.” diyordu değil mi?


Dün, bugün ve yarın… Eğer okumazsak, tarihimizi bilmezsek, geçmişten dersler almazsak yeni Hitlerlerin ortaya çıkmasına engel olamayız. O vakitte bizden sonraki nesiller bu kez bizim dönemimizde türeyen Hitlerleri değil de tamamen bizi suçlayacaklar. Ve şöyle söyleyecekler: “Hadi daha öncekiler ırkçı, faşist örnekleri olmadığı için Hitleri kabullendiler. Peki, Hitler tecrübesini yaşamış bir önceki nesil aynı hataya nasıl düştü? Gerizekâlı, aptallar…” diye de sürekli sövecekler!


Ha bu arada unutmadan girişte ifade ettiğim gibi bütün yazılarımı Beethoven’in 9. Senfonisi eşliğinde yazmıyorum. Bu yazımda olduğu gibi… Ne eşliğinde yazdın diye soruyorsanız eğer ilgilisi için buraya bırakıyorum: Classical Music for Late Night Studies.


Ahmet Maruf Demir




6 Temmuz 2024 Cumartesi

Almanya: Bir Kupa'dan Fazlası

Avrupa Kupası elemelerinde, Hitler tecrübesini yaşamış bir Almanya, bütün dünyaya hoşgörü ve demokrasi dersi veriyordu.


Hele ki milli takım taraftarlarımız ile ikinci bir Türkiye olmasına rağmen; bu durumda alınganlık yapmayan, istila edildik korkusu yaymayan,ırkçılık belasına kapılmayan, faşizan hareketlerden kaçınan ve dahası sevinçlerimize ortak olan Almanyalılara dâhi şahit oluyorduk.


Doğrusu, bir an Özgür Suriye Milli Takımının ülkemizde futbol maçı oynadığını ve bu ana eşlik etmek isteyen ülkemizdeki Suriyelileri düşündüm.


Düşündüm düşünmesine ama doğrusu pogrom görüntülerinden sonra neler olabileceğini de az çok tahmin ettim. Siz de düşündüyseniz ve tahmin ettiyseniz eğer hemen bu meşum andan sıyrılalım. "Arınma Gecesi" film serisi sahnelerinden çıkarak konumuza yine geri dönelim!


Evet...


3. Dünya Savaşı tamamları esnasında Almanya'nın bu kadar esnek tavrı elbette kabul edilmezdi. Olur şey değildi. Ki tartışması devam eden ve devam edecek olan bir el hareketi ile işaret fişeği yakıldı. Gündem birden alt üst edildi.


En ilginç olanı, bu işin ikinci faili müsabakalar süresince hoşgörü ve demokrasi dersi verdiğini söylediğimiz Almanya'nın İçişleri Bakanı oldu.


Ne film ama. Mal bulmuş mağribi gibi. Bir taş ile ne çok kuş!


Melih Demirar'ın hangi niyetle bu işareti yapmış olması hiç önemli değil. İşaret kimi ve neyi temsil eder açıkçası işin orasında da değilim.


Benim derdim başka...


Malum olduğu üzere aşırı sağ dünyanın her yerinde artmış durumda. Dikkatimizi buna vermeliyiz. Bu gelişmelere yönelik söylem ve siyaset geliştirmeliyiz.


Nitekim Sn. Cumhurbaşkanı'mız Sn. Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti, sağduyulu siyaseti, söylem ve pratiğini çok iyi yapıyordu. 


Son dönemlerde iç ve dış gelişmelere bağlı olarak bu anlamdaki söylem ve pratiğinin azlığı noktasında eleştirilse de hâlâ yapmaya devam ediyor. Etmeye de devam edecek inşaallah.


Demem o ki...


Hitler, Mussolini gibi faşist liderleri çıkaran ortamlar böyle ortamlardı. Önemli olan bu!


Her şey gibi Avrupa Kupası maçları da bitecek. Herkes evine dönecek. Oyuncularımız kariyerlerine farklı yerlerde devam edecek. Vs.


Ama gurbetçilerimiz Avrupa'da normal hayatlarına dönecek değil mi? Peki onlar ne olacak?


Aşırı sağın bu kadar yükseldiği bir dönemde, bize yapılan tahriklere karşı, anti-tahrik edici hareketlerde bulunmanın içte ve dışta kime, ne faydası var? Bunu hiç düşünüyor muyuz?


Küresel istibdat güçleri, Almanya İçişleri Bakanlığı üzerinden aslında ilk denemelerini yaptılar. Bazılarımız bu tuzağa çoktan düştü. Bazılarımız düşmeye devam ediyor.


Neyse ki o tuzağa düşmeyen biri var: Sn. Cumhurbaşkanı'mız Recep Tayyip Erdoğan.


İlk hamlesi Türkiye'nin Hitlerci anlayışına sahip Ümit Özdağ gibilerine karşın, Suriyeli mazlumlardan yana tavır sergilemesi oldu. İkinci hamlesi ise Melih Demirar olayından sonra Almanya'ya giderek oradaki vatandaşlarımızın yanında olduğunu gösterdi.


Şimdi de bize düşen, Sn. Cumhurbaşkanı'mız gibi mazlumlardan ve mağdurlardan yana olmak...Her zamanki gibi onun yanında durmak... Irkçılığı ve faşizmi ayaklarımızın altına almak... İç ve dıştaki ilişkilerimizi hak ve halk üzere geliştirmek... Halklar arasındaki birliğe, beraberliğe ve kardeşliğe fitne ateşi taşıyan ve 3. Dünya Savaşı çıkarmak isteyenlere fırsat vermemektir.


Ahmet Maruf Demir 





#almanya #türkiye #millitakım #futbol

25 Haziran 2024 Salı

3. DÜNYA SAVAŞI TAMTAMLARI VE AK PARTİ TEŞKİLATLARI-1

“Scientia potentia est.” Latince bir özdeyiş olarak ifade edilen “Bilgi güçtür” sözünün yüzyıllara varan tutarlılığı hala kendisini korumaktadır. Öyle ki hukukçu, siyasetçi ve aynı zamanda bir felsefeci olan Francis Bacon, 1597 yılında yayımlanan “Meditationes Sacrae” adlı eserinde "ipsa scientia potestas est" (bilginin kendisi güçtür) derken; bir dönem Bacon’nun sekreterliğini de yaptığı söylenen Thomas Holbess ise 1668 tarihli “Leviathan” adlı eserinde “Bilgi güçtür” sözünü yeniden orjinine kavuşturarak kullanmıştır. Yine buna benzer bir ifadeyi çok daha öncesinden, 10. YY şairlerinden Firdevsi’de görüyoruz. O da bize “Bilgili olan güçlü olur” diye seslenmiştir.


Firdevsi’nin bu sözden kastının şark medeniyetinden beslendiğini de düşünürsek eğer daha çok insanın kendi iç yolculuğuna doğru bir vurgu olduğunu söyleyebiliriz. Fakat batı medeniyetinin ve bu medeniyetin yunan pagan kültürünün bir devamı olduğunu ister teoride ister pratikte gösteren batılı bilim insanları için aynı düşünceye sahip değiliz. Nitekim cennet tapusu satarak kitleleri aldatan kilisenin hegemonyasından kurtulmak arayışıyla modern bilimi oluşturan batının, dünyada cenneti oluşturma vaadi DÜNYAMIZDA İKİ PAYLAŞIM SAVAŞINA neden olmuştu.


Söz konusu bu savaşlar her ne kadar Hitler, Mussolini (Ümit Özdağ) gibi liderlerin faşist, ırkçı ve ulusçu mantalitesine dayandırılsa da hem bu türden diktatöryel lider ve rejimlerin ortaya çıkması hem de bilimsel ilerlemeye paralel olarak gelişen silah teknolojisiyle birlikte 1. Ve 2. Dünya savaşımının nedeninin yaşanılan ekonomik buhranlardan kaynaklandığı yapılan araştırmalarda açıkça görülmektedir.


1900’lerden başlayan bir siyaset okuması yaptığımızda ise bu iki dünya savaşına götüren etkenlerin aynısını bugünlerde yaşandığına şahit oluyoruz.


Dünyadaki gelir adaletsizliği... Ekonomik yaptırımlar... Doğu ve Batı Blokunun iki büyük süper güçlerinden Rusya ve Amerika’nın yeni paktlar oluşturma çabası… Ülkeler arasındaki silah anlaşmaları… Bir yüz yıldaki askeri tatbikatların neredeyse son iki yıla sığdırılması… Taşeron devlet ve örgütler kullanılarak üretilen savaş alanları… İşgal ve ilhak girişimleri gibi benzer fotoğrafları birinci ve ikinci dünya harplerinin henüz başlarında da yaşandığını biliyoruz.


Her ne kadar Churchill’e izafe edilse de anonim bir hale kavuşmuş olan “Tarih tekerrürden ibarettir” sözü işte tam burada yeniden neşvünema ediyor. Ve yine Üstad Mehmet Akif Ersoy’un, "Tarih tekerrürden ibarettir derler, oysaki tarih ibret alınsaydı tekerrür eder miydi?" cümlesi insana, doğaya ve eşyaya bakışımızın bir yansıması olarak bizlere de bir hatırlatmada bulunuyor!


A)    SAVUNMA



Birçok platformda dile getirdiğim bir düşüncemi buradan yazılı olarak ifade etmekte fayda görüyorum:


Nesiller boyu devam eden davanın günümüz temsilcisi AK Parti’nin ve bu davanın günümüz liderinin bizler için çok büyük bir kazanç olduğunu belirtmeliyim. Bu yüzden diş ile tırnak ile kazınarak ve nice bedeller ödenerek elde edilen bu kazançların daha yenilen ilk yumrukta hemen öyle kolay çökeceğini bekleyenler varsa -ki var- onların da büyük bir hayal kırıklığı yaşayacağını söylemeliyim.


31 Mayıs seçim sonuçlarıyla beraber malum olduğu üzere AK Parti’de geniş anlamlı bir yenilenme rüzgârı ya da değişim beklentisi oluştu. Hakiki manada dava şuuruna sahip eleştiri getirenlerin yanında özellikle parti içi (genelleme yapmıyorum) konum kaybı yaşayanların moral bozucu ve yıpratıcı açıklamalarıyla bu beklenti oldukça üst perdeden dile getirildi. Geçen süreç içerisinde istedikleri türden değişimler oluşmayınca bu kez de nifak tohumları ekmek isteyenlerin vasıtasıyla AK Parti’nin daha önceki zayıflayan partilere giderek benzediği imaları edilmeye, algısı oluşturulmaya çalışıldı.


İyi niyetli yaklaşımlar, samimi eleştirileri dışarıda tutarak; açıkçası bu düşünceye sahip olanların günü kotarma derdini taşıdıklarını, bunun sonucunda bilerek veya bilmeyerek geleceği ıskaladıklarını düşünüyorum.


Dünyamız olası bir 3. Dünya Savaşının eşiğindeyken, AK Parti ile beraber dünya mazlumlarının yüzünü döndüğü Sn. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan nezdinde kendimizi değil, ülkemizi ve insanlığın geleceğini düşünmeliyiz. Günümüz siyaset sahnesindeki son gelişmeler bağlamında Sn. Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dan AK Parti cenahında keskin değişimlerde bulunması beklentisini asgariye indirmeli ve bittabi safları olabildiğince daha çok sıklaştırmalıyız.


Elbette akan su her zaman daha berraktır. Değişimler, yenilenmeler zafer veya mağlubiyet fark etmeksizin her daim olmalıdır. Yapılmalıdır. Fakat bu değişim ve yenilenme beklentileri mevcut konjonktürlerden azade olmamalıdır. Şahsi kanaatim AK Parti’deki aşırı değişim sinyallerine karşın durağan bir sürecin yaşanması bütün bu son gelişmelerden bağımsız değildir. Ve alabildiğine de reeldir.


Yine son dönemlerde eleştiri konusu edilen ve en çok beklenti talebinde bulunulan bir diğer husus ise AK Parti Teşkilatlarıdır.


Bir partinin olmazsa olmazı ve en önemli sacayağı o partinin teşkilatıdır. Bir partiden teşkilatı çekerseniz eğer parti adına hiçbir şey kalmaz. Seçim organizasyonu, sandıklara sahip çıkma, üye kazandırma, vatandaş ile doğrudan temas, aday belirlenmesi ve tanıtımı, parti vizyon ve misyon temsiliyeti gibi bir partinin en önemli unsurlarını kendisinde barındıran teşkilattır. Kısacası teşkilat partinin yüzüdür.


Teşkilattan gelen biri olarak Sn. Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti’de kurulduğu günden bu yana bu olguları gözeterek teşkilatına her daim sahip çıkmıştır. Gözbebeği bilmiştir. Ona göre davranmıştır. İl ve İlçe Başkanlarından mahalle başkanlarına varıncaya kadar genel merkezden vekillere, belediye başkanlarından farklı il ve ilçe başkanlıkları ziyaretlere kadar her zaman el üstünde tutulmuşlardır. Fakat teşkilatlara yönelik bu güne kadar ki olumlu tutumun 31 Mayıs 2024 seçimleri sonrasında değiştiğine ve/veya bir şekilde değiştirildiğine dair izlenimlere şahit olmaktayız.


En fazla eleştiri getirilen durumun ise Genel Merkez Teşkilat Başkanlığı’nın ve dolayısıyla İl ve İlçe teşkilatlarının çoğunluğunun gençlere teslime edilmiş olmasıyla alakalı. Türedi olmayan bir davanın ve bu davanın Hz. Usame Bin Zeyd örneğinde olduğu gibi gençlere ne kadar önem verdiğini bilen bir temsiliyetten tezahür eden bu yapıyı eleştirmek, daha doğrusu yıpratmak çok iyi niyetle olmasa gerek!


Hiç kimse yüzde yüz bir başarı sağlayamaz. Hele ki bu bir partinin teşkilat yapısı ise orada noksansız bir işleyiş beklememelisiniz. Nokta atışı atamalar, eksiklerden arınmış görevlendirmeler la-mümkündür. Burada yapılması gereken iyiye, güzele, doğruya yönelik partinin vizyon ve misyonuna en yakın kişileri bulmaktır. Yüz kızartıcı bir suçla alınılmadığı veya ihanet içinde olunmadığı sürece zahiren doğru veya yanlış teşkilat görevlendirilmeleri yapılabilir. Bu gayet doğaldır. Olması gereken doğruyu tutmak ve çoğaltmak, yanlışta ise ısrar etmemek ve azaltmaktır.


Bilinmelidir ki en zor dönemlerde yine bu genç teşkilat yapısı vardı. Tarihimizin en önemli seçimi olan 2023 seçimlerinde ekonomik, kültürel, sosyolojik ve siyasi birçok handikapa rağmen, hatırlayalım, yine bu genç teşkilat yapısı evvelAllah işin üstesinden gelmişti.


En azından istatistikler gözetilmeli ve eğer yapılan yorumlar kasti değilse eleştiriler yapıcı olmalıdır. Yukarıda altını sıklıkça çizdiğim dünya siyasetinin yeniden şekillendiği bir süreçte yenilenme, değişim talepleri yatay şekilde istenmeli ve işlenmelidir.


Not: 3. DÜNYA SAVAŞI TAMTAMLARI VE AK PARTİ TEŞKİLATLARI yazı dizimiz B) ELEŞTİRİ VE C) ÖNERİ alt başlıklarıyla devam edecektir.




12 Haziran 2024 Çarşamba

HAC: YENİDEN DOĞUŞUN YOLCULUĞU

Zilhicce Ayındayız. Hac Mevsimi'nde.


İnsan gerçek karakterini, nasıl bir huya sahip olduğunu öğrenmek istiyor ise muhakkak hac veya umre maksadıyla Mekke'ye yolculuk yapmalıdır.


Bu yolculuk esnasında karşılaşacağı olumlu veya olumsuz her ne varsa, mevcut durumlar karşısındaki tutumu onun gerçek benliğini salık verir.


Orada rol yoktur. Yapmacıklık yoktur.


Dünyevî her ne varsa, umre ve hac ibadeti kastıyla mecburi olarak üzerinden atıldığı için (ihrama girilir) geriye sadece kendi ve Rabbi kalmıştır.


Öz ortaya çıkmıştır. Kişi o dakikadan sonra aynaya değil içine bakmalıdır.


Anlık gelişmelere bağlı olarak (imtihan), kişinin o an o duruma göstereceği söylem, eylem, hâl ve hareket pratiğiyle daha sonrasında ya asıl kendisiyle gurur duyacak ya da yine asıl kendisiyle pişmanlık yaşayacaktır.


Rabbi'mizin, kitab-ı mubinde (Bakka, Makkah) Mekke için, "şehirlerin annesi" ibaresini kullanmasından maksadın bu olduğunu düşünüyorum.


Çünkü şehir dışımızı, anne ise içimizi okur!


Bütün şehirleri ve bütün anneleri içine alan bir mekan'da, yine etimolojik olarak "bilme, anlama ve tanıma" manalarına gelen bir zaman dilimi olan Arefe gününü kendisinde barındıran Hac menasikinde içimizden ve dışımızdan kaçış işte bu yüzden mümkün değildir!


 İyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış...


Mevcut problemlere karşı tutumunuz ne olduysa nitekim gerçek özünüz, benliğiniz, kimliğiniz de artık o olmuştur. Yani siz osunuz. O da sizsinizdir.


Maalesef ki bu satırları okuyan birçok hacı adayının şuan üzüntüden karamsarlığa kapılarak parmaklarını ısırdıklarını da görebiliyorum. Nitekim bu düşüncelerimizin binlerce gözlem sonucu tezahür ettiğini ifade etmeliyim.


Ama burada bir dakika duralım. Öyle hemen bütün kapıların yüzümüze kapandığını, her şeyin bittiğini düşünmeyelim.


Çünkü...


Şanı yüce olan bir Rabbimiz olduğunu hatırlayalım. Hatırlatalım.


Verdiği nimetlere sonsuz şükürler olsun ki o bizler gibi sabırsız değil.


Her türlü noksanlıklardan münezzeh olan Rabbimiz bizler gibi hemen bir yargıda, infazda, cezada bulunmuyor.


Hamdolsun.


Hataların düzeltilmesi, yanlışlardan dönülmesi, eksiklerin giderilmesi için insana zaman tanıyor.


Bir hacı adayı içinde işte bu zaman aralığı Arafat meydanından, şeytan taşlama alanına (Jamarat) varıncaya kadar olan süredir.


O süre zarfında kötülüğü iyiliğinden, çirkinliği güzelliğinden, yanlışlığı doğruluğundan fazla olduğunu fark etmiş ise Müzdelife'de toplayacağı taşların üzerine bütün o olumsuz hasletlerini bağlayarak o şekilde şeytanı, şeytanını, şeytanlarını taşlamalıdır.


Böylece içindeki şeytani vesveselerden, fısıldamlardan, tahriklerden kurtulacağını ummalı ve bu uğurda BismillahiAllahuEkber nidasıyla duasını yapmalıdır.


İşte bu, tünelden önceki son çıkıştır. 


Ya kendimizle yüzleşir, kötü olan özümüzü, benliğimizi, kimliğimizi şeytan taşlama alanına atarız. Onları orada bırakır ve ilahi olanın nefesiyle, yeniden doğmuş bir şekilde daha önce Kal-u Bel'a'da olduğu gibi birkez daha sözleşmek için Rabbi'mizin evine, Beytullah'a, Kâbe'ye doğru yola revan oluruz.


Ya da şeytanın en etkili silahı olan kibir farikasıyla bütün o olumsuzluklarımızı  görmezden gelerek, yine aynı kendimizle boşa koşturmuş, boşa yorulmuş ve boşa harcamış bir şekilde ziyana uğrayanlar gibi geri gelir ve kendimize yazık etmiş oluruz!


Nihayete ererken...


Rabbimiz hac niyetiyle şuan Mekke'de bulunan bütün hacı adaylarımızın haccını şimdiden kabul eylesin. Arafat'a çıkmayı ve vakfe duasında bulunmayı da herkese nasip etsin inşallah.


Ahmet Maruf Demir 



#hac #umre @öne çıkar

3 Nisan 2024 Çarşamba

ÖNCESİ VE SONRASIYLA VAN SEÇİMİNE DAİR

1️⃣

DEM Partisi, her seçim öncesi ve sonrası tartışılan, adayları Kandil belirliyor eleştirisinden kurtulmak için 2024 Yerel Seçimlerine birer ön seçim ile hazırlanma kararı aldı.

Fakat bu ön seçimleri de maalesef eline yüzüne bulaştırdı. Aday adaylarına 50+1 baraj şartı konulmasına rağmen bu yasa birçok yerde işletilmedi.

Çoğu yerde 50+1 barajını geçen adayların yerine üsttenci bir usulle DEM Partililere farklı adaylar dayatıldı. Nitekim, Mardin ve Diyarbakır gibi iki büyükşehir bu dayatmanın en görünür illeri oldu.

Van'da ise bu tavır çok ufak bir farkla tezahür etti. Normal şartlarda kadın adayı Neslihan Şedal 50+1 barajını geçmesine rağmen; aralarındaki 55 oy farkıyla ikinci tura kalan iki erkek aday arasından Abdullah Zeydan, DEM tarafından aday gösterildi.

Bu bilgiler ışığında, aslında DEM Partisi kendi içinde kayyum uygulamasını daha ön seçimlerde başlatmıştı. Daha ilginci ise birçok yerde kadın aday gösteren ve eş başkan olarak erkek adayları tercih eden DEM Partisi, her ne hikmetse Van'daki ön seçimlerde birinci çıkan kadın adayı dâhi es geçmişti.

Delegelerinin kadın aday tercihine rağmen kendi koyduğu kuralı hiçe sayarak ve ayrıca işte bugün üzerinde de çokça tartıştığımız Abdullah Zeydan'ı aday göstermişti.

2️⃣

Gelelim Abdullah Zeydan ile ilgili bölüme... Mahkemeleri süren, birçok kere ceza alan A. Zeydan'ın sürekli dolaşımda olan videosunda askeri ve polisi kastederek "PKK, sizleri tükürüğünde boğar" cümlesini sarfettiğini görüyoruz.

Her şeyden bağımsız olarak soruyorum: Şimdi salt bu sözü söyleyen birinin, seçildiğinde kendisini koruyacak olanların yine aynı polis ve asker olduğunu bile bile bu ladesi oynamak neyle açıklanabilir?

Veya yıllarca Türkiye halklarından birçok konuda fedakarlık yapmalarını beklerken, Kürt halkının hatırı sayılır bir kesiminden oy alan DEM Partisinin insanların gözünün içine parmak sokarcasına, diğer kesimlerin duyarlılıklarını hiçe saymalarına ne denilir?

3️⃣

Son olarak, "bütün kadıları dolaş en son yine vicdanına danış" derler. Bütün bu açıklamalarıma rağmen, doğrusu bu hususta vicdanım verilen karara karşı rahat değil.

İlgili mahkemenin A. Zeydan lehine verdiği kararın ayrı bir garabet, YSK'nın A. Zeydan aleyhine verdiği kararın ayrı bir dert olduğu bu mesele herkesi germiş ve toplum nezdinde rahatsızlığa neden olmuştur.

Ki bu rahatsızlığın en büyük müsebbibi ise -kasıtlı mıdır değil midir bilmediğimiz bir şekilde - parti fark etmeksizin ikinci sıra adayına verilmiş olmasıdır.

Şahsi kanaatim eğer bir karar verilecekse, doğru kararın, ilgili şahsın veya şahısların mazbaata almasına karşı bir suçu varsa dâhi mazbaatasının kendisine verilecek olmasıdır. Daha sonrasında hukukun vereceği kararlar ile ya görevinin devamına ya da ikinci sıradaki parti adayları yerine devletin atayacağı kayyum uygulamasına geçilmesidir.

Böylece hiçbir parti de zan altında kalmaz, bırakılmaz. Hele Sn. Cumhurbaşkanı'mız ve Genel Başkanı'mız Recep Tayyip Erdoğan bunca hakaret ve hak etmediği suçlamalar ile başbaşa kalmaz!

Not: İnsanları sokağa çağırmanın ve olayların yaşanmasına sebep olanlara gelince, onlar da bilsinler ki bu ülke iç karışıklıklardan çok çekti. Ve her defasında da bu olaylar sadece ülkenin zaman, insan ve maddi kayıplarına yol açmaktan başka bir şeye de yaramadı. Ki zaten yaramazdı da. O yüzden bu konuda da herkes sağduyulu davranmalı ve sorumlulukların farkında olarak  söylemlerine dikkat etmelidir.

Ahmet Maruf Demir



2 Nisan 2024 Salı

İYİ, GÜZEL, DOĞRU

2024 Yerel Seçim Sonuçları ile alakalı neredeyse konuşulmadık şey kalmadı. AK Parti cenahında oyların düşmesi ve 22 yıllık bir sürecin ardından tarihimizde ilk defa ikinci parti olmamızın nedenleri hakkında epeyce tartışmalar yaşandı.

Yer yer bu durumu kişiselleştirip, adaylar, parti teşkilatları, vekiller, bakanlar veya genel merkez düzeyinde bir "intikam" alma duygusuyla hareket edenler de olmadı değil. Ama genel anlamıyla yapılan eleştiriler aslında kendi içimizde yıllardır tartıştığımız meselelerin bir dışavurumuydu.

Seçim sonuçlarının bizim dünyamızdaki yansıması ise üç başlık halinde öne çıktı. Yaşananlara her daim bardağın dolu tarafından da bakmak gerektiğine sahip bir felsefenin/inanışın getirisi olarak bu üç başlığımız İYİ, GÜZEL VE DOĞRU oldu.


1. İYİ:

Sadece Türkiye Halklarının değil, bütün dünyanın kabul ettiği bir şey var. O da Sn. Cumhurbaşkanı'mız Recep Tayyip Erdoğan’ın güçlü bir figür, siyasi bir deha ve kriz anlarını fırsata çevirmesini çok iyi bilen bir lider olduğu gerçekliğidir.

Elbette şu şerhi de düşmek gerekiyor. Kurumsal kimliğine kavuşmuş, misyon ve vizyon üzerine kendi karakterini oluşturmuş, amaç ve gayesinin ne olduğunu kavramış dava hareketlerinde kişi kültlerine/kurtarıcı beklentilerine çok fazla önem verilmez.

Lakin kişisel, şahıs bazlı yapılan yanlışlardan azade olarak; AK Parti'nin kimliği ve karakteri bütün bu özellikleri taşısa dahi, bir dava hareketinde olması gerekenler Recep Tayyip Erdoğan'ın şahsında da temerküz ettiğinden dolayı AK Parti'deki bu ayrımı çok fazla yapamıyoruz. Ve bu da eğer önü alınmaz ise uzun vadede her ne kadar dezavantaj oluşturma ihtimali oluşturacağını düşündürtse de şuan için bize bir avantaj kazandırdığı muhakkaktır.

Bir an şöyle düşünelim. Sn. Cumhurbaşkanı'mız ne ülkenin, ne de AK Parti'nin başındadır. Her iki görevini de bırakmış olsun. Bizler de bu şekilde 2024 Yerel Seçimlerine girmişizdir. Ve AK Parti olarak bu sonucu almışızdır.

İşte o vakit, parti kademeleri olarak bu sonuca karşılık nasıl bir refleks göstereceğimizi kestirmek şimdiden zor olsa gerek. Bu sebeple hiç tartışmasız eksiklerimizin, zaaflarımızın, yanlışlarımızın bir yansıması olan 2024 Yerel Seçimlerindeki bu sonucu Sn. Cumhurbaşkanı'mız Recep Tayyip Erdoğan'ın halen hem ülkemizin, hem de partimizin başında olduğu bir düzlemde yaşamamız çok daha İYİ olmuştur.


2. GÜZEL:

2024 Yerel Seçim Sonuçlarına baktığımızda aslında AK Parti'mizin aslında halen birinci parti olduğunu görüyoruz. Bu düşüncemiz kendimizi kandırmak olarak da lütfen anlaşılmasın. Seçim aritmetiğine baktığınızda bunun öyle olduğu açık bir şekilde kendisini belli ediyor.

Önceki seçimlere oranla sandığa gitmeyen -ki bizim bunlara KÜSKÜNLER dediğimiz- 5 Milyon civarında AK Parti seçmeninin olmasıdır. Sandığa gidenlerden de bir kısmının ki bunlara da protest seçmen diyoruz. Oylarını seküler, ırkçı, Türkiye Halklarının değerlerinden kopuk partilere değil de, AK Parti'ye bir ders vermek niyetiyle yine AK Parti anlayışına yakın olduğunu düşündüğü, muhafazakâr, kucaklayıcı, Anadolu İrfanına sahip partilere oylarını vermesi bizce geleceğe dair kendi içinde bir GÜZELLİĞİ barındırıyor.


3. DOĞRU:

Seçim sonuçlarının bizlere gösterdiği en çarpıcı gerçeklik ise Türkiye'de artık hiçbir partinin alternatifsiz olmadığıdır. Hele ki bu gerçeklik AK Parti aleyhine kendisini çok daha bariz bir şekilde göstermiştir.

Özellikle 2023 seçimleri öncesinde kimi raporlamalarımda, Bağlar gibi aşırı politize olmuş ve 400.000'e yakın bir ilçenin Başkanı olarak insiyatif alarak ve büyük bir cesaretle farklı, muhalif kimi isimlerin AK Parti çatısı altında değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştim. Lakin o dönemde bunu başaramamıştık. Nitekim daha sonra bu isimler Yerel Seçimler öncesinde bu kez farklı kesimlerce öne çıkarıldı. Ve kısmen de olsa kendilerinin bu isimlerden kazanç sağladıkları da görüldü.

Bugün de Diyarbakır İl Yönetim Kurulu üyesi olarak yine insiyatif alarak ve büyük bir cesaretle şunu ifade etmek istiyorum. 2024 Yerel Seçimlerinde görülmüştür ki AK Parti'ye küsenler, kızanlar veya bir şekilde partiden uzaklaşanlar ya Yeniden Refah Partisine, ya Deva Partisine, ya Gelecek Partisine ya da Hür Dava Partisine yönelmiştir.

Cumhurbaşkanlığı sisteminin bir yansıması olarak bundan sonra hiçbir partinin artık tek başına iktidara ve yerel yönetimlere sahip olamayacağı anlaşılmıştır. Madem bu durum söz konusudur. O zaman yapılacak şey bellidir. AK Parti'ye kızanların, küsenlerin ve bir şekilde partiden uzaklaşanların tercih ettiği bu partiler ile diyaloglar artırılmalıdır. Birilerinin "KENT UZLAŞISI" olarak adlandırdığı siyaset stratejisi farklı bir formatla bu partiler arasında gerçekleştirilmelidir. Daha marjinal ve yüksek bir sinerji oluşturacak olanı ise kin, nefret, öç alma duygularından azade bir şekilde AK Parti'nin 2002 Ruhuna uygun tarzda bütün bu partilerin kadrolarıyla kucaklaşmaya gidilmesidir.

Dün dünde kaldı cancağazım. Yeni şeyler söylemek lazım" sözünün DOĞRULUĞUDUR.

Ahmet Maruf Demir



13 Ocak 2024 Cumartesi

BİZ SİZİ TANIYORUZ. SİZ DE BİZİ TANIYIN!

Güney Afrika Cumhuriyeti, Lahey'de İsrail'in Gazze Katliamı üzerine dava açıyor. Türkiye Cumhuriyeti ise Sn. Cumhurbaşkanı'mız Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde İsrail'in savaş suçları belgelerini Güney Afrika Cumhuriyeti'ne destek amaçlı Lahe'ye gönderiyor. Ki Gazze'ye desteğimiz de -kimine göre az, kimine göre çok- en başından beri zaten ortada duruyor.

İşte tam da bu gelişmeler yaşanırken, uzun bir süredir ABD ve İsrail'in taşeronluğuna soyunduğu aşikâr olan PKK, (ki bence ortada PKK diye bir örgüt yok. tamamen ABD'nin bölgedeki silahlı gücü demek daha doğru) askerlerimize saldırı yapıyor.

Peki, sosyal medyada konuşulan ne? Irk, dil, din farketmeksizin faşistçe söylemler... "PKK saldırdı" üzerinden Kürt-Türk ayrıştırması, "Gazze'ye destek verilmiyor" üzerinden kim daha çok Müslüman yarıştırması!

Türkiye müdahil olsun. Türkiye yeterince ses çıkarmıyor. Askerlerimizin sınırda ne işi var? Ya hu insan bunları söylerken 1 Ocak İstanbul mitinginden ve şehitlerden utanır be! Ama işte, bu fitne ve fesada inananlar da olmuyor değil!

Lakin mızrak da artık çuvala sığmıyor. Bir Müslüman ve bir Kürt olarak lafı eğip bükmeye gerek yok. Ne de olsa her şey gözümüzün önünde oluyor.

Önceleri şöyle düşünürdüm. HEP, HADEP, BDP, HDP, Yeşil Sol Parti, DEM ve PKK... Bunlar, tektipçi, vesayetçi anlayışın tezahürlerinden biri olan Kürt sorununun çözümü noktasında yanlış veya doğru bir tutum sergiliyorlar. O yüzden bir şekilde bu meselenin vuzuha erişmesinde  muhatap alınmaları gerekir vs.

Ama gel gelelim, Kürt sorununun muhatabı olduklarını söyleyenlerin tutum ve davranışları, "dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı" gibi alakasız bir biçime evrildi.

Bir yanda Kürt meselesinin müsebbibi olan CHP'nin, dolayısıyla Türk Solu Ve Kemalizm'in aparatı konumuna gelen DEM Parti. Diğer yandan ABD'nin, dolayısıyla İsrail ve Siyonizmin taşeronluğuna soyunan PKK.

Öte taraftan bütün bunların arasında ezberci bir İslamcılık eleştirisi yapıp ardından Kürt sorununa İslami bakış savunma/mülahazasında, Demirtaş'ın da tıpkı , Öcalan'ın "Maskeli Tanrılar Ve Örtük Krallar Çağı" kitabında ifade ettiği çelişik ve küçümseyici ifadelerin benzerini terennüm etmesi. 

En önemlisi ise parmak ayı gösterirken; aya değil de, parmağa bakmamızı isteyen ve övünç kaynakları Müslümanlık olan Kürt halkı ile Türk halkını içerden; tevhid bayrağı üzerinden İslâmî kesimi, seçim süreci üzerinden de Alevileri hedef gösteren bir dille 80'lere, 90'lara döndürmek isteyen oyun kurucular.

Mesela daha dün, Kürtlerin en büyük şehirlerinden biri olan Diyarbekir ortasında, Rudaw Muhabirine neden Kürtçe konuşuyorsun minvalinde sözlü bir saldırı yapıldı.

Vay be... Ne kadar da cesur bir hareket! Ama o da ne? Durun bir dakika... Şöyle filmi biraz geri sarınca birde ne görüyoruz?

Aynı muhabir iki gün önce AK Parti Milletvekili'miz Sn. M. Galip Ensarioğlu ile Kürtçe röportaj yapmış. Bu röportaj aracılığıyla Kürt ve Türk kardeşliği noktasında önemli çağrılarda bulunulmuş, Kürt sorunu bağlamında yoğun bir CHP eleştirisi yapılmış ve bir sıkıntı da yaşanmamış.

Ne kadar ilginç değil mi? Trajikomedya'nın dik alâsı bu olsa gerek!

Ama, yok. Artık yemezler. Hamdolsun ki ne Türkiye eski Türkiye... Ne de Kürdüyle, Türküyle, Zazasıyla, Arabıyla ve daha nicesiyle bütün halklar, özellikle de gençler eskiden olduğu gibi öyle hemen yönlendirmeye müsait bir durumda!

Gelişmiş, çok şeyi tecrübe etmiş ve halkları bilinçlenmiş bir ülke artık Türkiye... Yeni Türkiye!

O yüzden... Evet, içimiz yanıyor. Gözyaşımız akıyor. Kalbimiz kanıyor. Ama kimin kimlerle birlikte olduğunu herkes daha iyi görüyor. Kimlerin bize bu acıları yaşattığını herkes daha iyi öğreniyor.

Velhasılı,

Birbirimize daha çok ihtiyacımızın olduğu gerçeğinden uzaklaşmamalı, birliğimize ve beraberliğimize daha çok sahip çıkmamız gereken günlerden geçtiğimizi unutmamalıyız.

Allah'ın laneti başta ABD olmak üzere bütün zalimlerin ve fitnecilerin üzerine olması bedduasıyla...

Ahmet Maruf Demir



5 Ocak 2024 Cuma

Kürt Halkını Savunan Demirtaş Değil; Benim, Biziz!

Siyaset yaparken Türk Solu zihin dünyasına sahip olan Demirtaş, siyaseti bıraktıktan sonra dilini de onlara benzetmiş. Bütün savunmalarını okudum. Kürt halkına dair hiçbir fikri tezahürü yok. Sadece birkaç yerde, o da Öcalan'ı işaret ederek, içinden çıktığı mahalleye biraz da olsa göz kırpıyor. Mavi boncuk dağıtıyor.

Bir insan, bir müslüman ve bir Kürt olarak bu hayatta en çok zoruma giden şey herkes gibi aklım ile dalga geçilmesidir. Birinin gözümün içine bakarak beni aldatabileceğini sanmasıdır.

Demirtaş'ta bunu yapıyor. Yeniyi eskiyi içiçe katıyor. Ki Biz Kürtler, bir deyim olarak buna tevlîhev diyoruz.

Özellikle Kürt Açılımı, Barış ve Çözüm Süreçleri sırasındaki onca yaşanmaşlığı -siyak ve sibakı- hiçe sayıp; sebep sonuç ilişkisinden azade bir şekilde yorumlamada bulunuyor. Hafızamız olmadığını sanıyor.

Ve ilginç bir şekilde savunmalarında sürekli Türk aydınlarına çağrıda bulunuyor.

Bunun da herhalde bir sebebi veya sebepleri vardır. Benim soru-yorumum ise şu yönde: İlk aklıma gelen, dedelerinin katillerini oy istediği ve savunma boyunca Kürt sorunun müsebbibi olan, kendisinin yine kapalı şekilde ifade ettiği gibi abisinin ve binlerce Kürt gencinin dağa çıkaran zihniyetin sahibi olan CHP'de kendine alan açma mı acaba?!

Bağlamından kopuk ve tamamen kelime retoriğinden öteye bir türlü geçmeyen; Bağlar'ın sokaklarında top oynayan çocukların ağızlarında sakız olan bilgilerden farklı bir şey maalesef kendisinde göremiyorum.

Sn. Cumhurbaşkanı'mız Recep Tayyip Erdoğan'ı, sanki hiçbir şey yapmamış gibi lanse etmesi ile tabiri caizse tam bir tüy dikme sendromu taşıyor. Özellikle Kürt meselesinde Demirtaş'ın bir çift laf edemediği Kemalist Statükoya karşı, kefenini cebine koyan, gerekirse baldıran zehiri içerim diyen sanki Sn. Recep Tayyip Erdoğan değilmiş gibi ifadeler kullanarak Kürt halkının vefasına karşı yapılacak en büyük darbeyi indiriyor.

Sürekli "Siyasal İslamcı" kavramını kullanarak aslında dini olumsuzlaması da cabası.

Öyle bir laf kalabalığı yapıyor ki aman Allah'ım... Savunmada adını zikrettiği Sırrı Süreyya Önder, "gelip kaçak çaylarını içer ve giderler" dememiş, sanki Yasin Börü başta olmak üzere birçok insanın ölmesine neden olan 6-8 Ekim olayları sonrası kameralar önünde terlemesi hiç yaşanmamış, bugünlerde adı çokça anılan Kasım Süleymani'nin acem oyunlarına yenilmemiş, Çukur siyasetine destek söylemleri olmamış, 50 ton bombayla Dürümlü Köyü katliamı gerçekleştikten sonra sessiz kalmamış, Fis Ovasında Kürt iş adamları mahkeme edildiğinde sağıra yatmamış, Kürtler evlerine girebilmek için mahalle girişlerindeki YDG-H'lilere kimlik göstermek zorunda kaldığında Ankara'da caka satmamış, Altan Tanlar'ın, Ayhan Bilgenler'in dahi, o süreçteki tutumlara ağır eleştiri getirdiği gibi 7 Haziran seçimlerindeki basiretsiz politik söylemlerine yenilerini eklemekten başka bir şey ihtiva etmiyor.

Kısacası Demirtaş'ın daha önceleri de ifade ettiğim gibi siyasetten anladığını sanmıyorum. Kitaplarını okumuş biri olarak, iyi bir öykücü-edebiyatçı olabilir. Ama maalesef siyasetçi olamaz. Şuan olan şey, Kürt halkının ulusalcı mantalite propagandasına maruz kalarak arayış içine girdiği bir lider bulma umuduna sarılarak sadece kahramanlık oynuyor.

Nitekim bu halka çok uzak. Ama Türk soluna çok yakın yaşıyor. Kürt halkının değerlerine karşı zerre miskal bir kaygı taşımıyor. Rahmetli babasının cenazesinde bile, muhafazakar Kürt halkının ve özellikle annesinin inancına tamamen ters olan "yıldızlar yoldaşın olsun" diye paylaşım yapan Dem Partililere bu yüzden itiraz etmiyor.

"Gerekirse ben kefenimi giyerim. Gerekirse ben baldıran zehiri içerim. Gerekirse bütün gururmu bu halkın menfaati için ayaklarımın altına alırım" cesaretinde bulunmuyor, bulunamıyor.

Mesela, Leyla Zana'nın, yıllar önce "bu meseleyi çözerse Recep Tayyip Erdoğan çözer" çağrısını bir türlü yapmıyor, yapamıyor. Kibri mi yoksa Leyla Zana'nın unutulması gibi unutulacağını sanması mı ya da Türk Solu'nunun radarından çıkacağı korkusu mu bilemem ama sürekli bir şeyler buna engel oluyor.

Not: Umarım bundan sonraki savunmalarında çekeceği cezadan ayrı olarak en azından bir özeleştiri, bir tevbe, bir istiğfarda bulunur. Şehit Yasin Börü'nün annesini savunmasında alakasız bir şekilde dile getirerek acısına acı katmak yerine, bunca insanın ölümüne sebep olmasının sorumluluğunu taşır.

Ahmet Maruf Demir 



31 Aralık 2023 Pazar

YAKLAŞAN YEREL SEÇİMLER VE BİR DÜNYA LİDERİ İLE 4 SAAT

Malum. Yerel seçimler yaklaşıyor. Bütün partiler bu süreç içerisinde kendilerine göre bir çalışma içerisinde bulunuyor.

Kuruluşuyla beraber iktidara gelen ve 21 yıldır iktidarda kalmayı başaran AK Parti'de her zaman olduğu gibi bu seçime de müthiş bir ciddiyetle hazırlanıyor.

Parti içerisinde ve özellikle Sn. Cumhurbaşkanı'mız Recep Tayyip Erdoğan şahsında sanki girilecek ilk seçimmiş gibi bir sinerji var. Ki bu sinerjiyi de oluşturan yine Sn. Cumhurbaşkanı'mız Recep Tayyip Erdoğan'ın kendisi.

Neredeyse büyükşehirler başta olmak üzere çoğu illerin teşkilatları, vekilleri, MKYK üyeleri, belediye başkanları ile birebir görüşmeler yapıyor. Birebir kendilerini dinliyor. Notlar alıyor. Katılımcılar nezdinde dile getirilmiş bir sorun, sıkıntı, problemi veya eksiklik o an da, o toplantı esnasında yine Sn. Cumhurbaşkanı'mız tarafından ilgili mercilere aranarak gideriliyor.

Müthiş bir şey değil mi?

Bunca yıl iktidar olacaksın. Girdiğin her seçimi kazanacaksın. Bir ülkenin yarısından fazlası sana oy verecek. Başta coğrafyamız olmak üzere bütün dünya gözünün içine bakacak ve sen hâlâ ilk günkü aşkla çalışacaksın. Ayrıca, o ilde sana ne kadar oy çıktığına, ne kadar sevildiğine veya ne kadar sevilmediğine bakmadan, o ilin talep ve isteklerini baş tacı edeceksin. Tabiri caizse buna da Eyvallah diyeceksin.

Bu minvalde;

Sn. Cumhurbaşkanı'mız, geçen hafta Üç kademe il ve İlçe Başkanları'mız, Milletvekillerimiz, MKYK Üyemiz ve Belediye Başkanları'mız ile Diyarbekir şehrimiz için de yerel seçimler bazında bir toplantı gerçekleştiriyor.

Yaklaşık 4 saat süren bu toplantıda herkese ama herkese söz hakkı veriyor. Aday önerilerinin gizli tutulması hariç; istek, talep,  öneri ve eleştirileri bizzat kendisi not alıyor. İvedi olarak yapılması gerekenleri o an da ilgili mercileri arayarak talimat veriyor.

Bir örnek vermek gerekirse, Kulp ilçemizin doğal gaz sorunu, ilçe teşkilatımız nezdinde orada dile getiriliyor. Ve sorun Sn. Cumhurbaşkanı'mız tarafından hemen o an bir talimatlandırmayla çözülüyor.

Daha bunun gibi birçok misal vermek elbette mümkün. Ama benim bu toplantıda neler konuşuldu? Neler söylendi? demekten çok Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliği üzerinde durmak istiyorum.

Doğrudur. Belki birazdan söyleyeceklerim karşında "ya kardeşim, ilçe başkanlığını yaptığın bir adam hakkında da farklı şeyler söylemen zaten beklenmez" diyenleriniz olabilir.

El-hak doğrudur. İlk etapta duygularım ile hareket ettiğim anlaşılabilir. Ki toplantıyı ve oradaki ortam hakkında gelen bilgileri, hemen o an kaleme dökmüş olsaydım eğer gayet yerinde de bir tespit olurdu bu.

Lakin bekledim. Duygularımın beni esir almasına izin vermedim. Üzerinde nerdeyse bir hafta düşündüm. Daha sonrasında aklımın süzgecinden geçirdiğim duygu ve düşüncelerimi kağıda aktarmaya karar verdim.

Sözü uzatmadan... Şöyle ki:

Yerel seçimlere hazırlık bazında yapılan bu toplantılar bizlere birkez daha göstermiştir ki liderlik herkese nasip olacak bir şey değil.

Bu toplantılarıyla birlikte Recep Tayyip Erdoğan, sadece siyasetin konusu olmaktan artık çıkmıştır. Eğer ömrümüz yeterse hep birlikte göreceğiz. Kendisi sosyal disiplinler içerisinde çokça tartışılacak ve üzerinde siyasi bir figür olması dışında farklı özellikleriyle de tezler dâhi yazılacaktır.

Düşünebiliyor musunuz?

Kendisinin hiçbir zaman hizmetten kaçmadığı, her seferinde sevgisini dile getirdiği, özellikle Kürt meselesine dair süreçlerde, Diyarbekir'i ve Diyarbekir'in insanlarının duygu ve düşüncelerini önemsediği bir lider olan Recep Tayyip Erdoğan, (önceki-yeni) teşkilatları ve (önceki- yeni) vekil adaylarının canhıraş bir şekilde çalışmasına rağmen; dahası, tarihte bir ironi olacak şekilde yine özellikle Kürt meselesinin müsebbibi olanların adayına karşı girmiş olduğu seçimde az oy alabiliyor. Ama yine de o şehir için kendisi gibi dertli olan teşkilatını, vekillerini, MKYK üyesini ve belediye başkanlarını 4 saat boyunca dinleyebiliyor.

Bir yandan kötülüğe, çukur siyasetine destek vermedikleri için bölgenin birçok şehrini hain ilan eden terör örgütü yöneticileri ve destekçileri, diğer yanda ise Recep Tayyip Erdoğan adamlığı!

Bırakın bir şehri, bir ülkeyi; dünyanın yükünün omuzlarında olan bir adamın kendisine neredeyse en az oy çıkan bir şehre bu zamanı ayırmasını neyle açıklayabilirsiniz?

Açıkçası, onca okuma, kitap, radyo programı, siyaset, iş hayatı ve son olarak sosyoloji 4. Sınıf öğrencisi olarak benim bilgim buna yetmiyor.

Ufacık, minnacık, biz Diyarbekirlilerin ifadesiyle bi kırtık dâhi olsa yapmış olduğumuz iyiliğin karşılığında olumsuz bir durum görünce neler yaptığımızı hatırlayalım. O kişi veya kişiler hakkında neler düşündüğümüzü ve dahası bazılarının ağız dolusu sinkaflı sözcüklerle neler söyleyebildiğini şöyle bir gözümüzün önüne getirelim.

Vay ki ne vay... Ayriyeten ha ho...

Bakınız. Bizim dinimiz sadece Allah'ı ululamayı bize öğretmiştir. Onun önünde rükû etmeyi ve sadece ondan dilemeyi ve ondan istemeyi bize emreder. Yine bizim dinimiz, bize, Hz. Muhammed (Sav)'in yol göstericimiz ve rehberimiz olduğunu salık verir. Allah'a ve Resul'üne tabi oldukları sürece de bizim içimizden çıkan, bizden olan ûlûlemre itaati de ancak o zaman farz kılar.

Şahsen bir ülke yönetiminde kendi bulunduğumuz konum itibariyle yanlışlık, hata veya eksiklik hissettiğimiz durumlar karşısında, eleştiri-özeleştiri; hakkı ve sabrı tavsiye etme sorumluluğumuz olduğunu unutmayarak, Sn. Cumhurbaşkanı'mız Recep Tayyip Erdoğan'a da bu payeyi vermemiz gerektiğini düşünüyorum.

Bırakın bizim sevmediğimiz birini dinlemeyi, onun sorunlarıyla yakından ilgilenmeyi; sevip sevmekten ziyade, siyaseten çoğunluğun karşısında olduğu aşikâr olan ve öyle ki birilerinin Kürt kimliği üzerinden tahriklerine maruz kalarak dedelerinin düşmanına dâhi oy veren bir şehre, her şeye rağmen bu denli ilgi göstermek ancak İslâm'i bir dünya görüşüyle değerlendirilebilir.

Son kertede;

1) 3 yıl boyunca ilçe başkanlığı yapmış biri olarak doğrusu böyle bir toplantıda olmayı çok isterdim. Ama bazı şeyler kısmet işte. Olmayınca olmuyor. Bu sebeple o toplantıya katılan ve böyle bir şerefe nail olan bütün davadaşlarımı tebrik ederim. Kıskanmadım değil ama gurur da duydum. Her birinin yolları ve bahtları açık olsun inşaallah.

2) Neredeyse bütün davadaşlarımız kendilerine düşen sorumlulukları harika bir şekilde yerine getirmişler. İl ve ilçe düzeyinde her arkadaşımız şehrin aksayan taraflarını söz alarak ifade etmiş. Yani birilerinin dediği gibi bu şehir sahipsiz değil!

3) Milletvekillerimizin eli, herkesin huzurunda bizzat Sn. Cumhurbaşkanı'mız tarafından oldukça güçlendirilmiş. İster şehir bazında ister teşkilatlar konusunda tıkanan herhangi bir durum karşısında bizzat zat-ı alilerinin aranmasını istemiş.

4) İlçe Başkanlığı'mız döneminde beraber çalıştığımız Bağlar İlçe Kadın Kolları Başkan'ım Sn. Fatime Alakuşu fotoğraflarda göremeyince kendisini aradım. Neden fotoğraflarda gözükmediğini sorunca, toplantı bilgisinden biraz geç haberdar olunca engelli çocuğunu yalnız bırakmadığını ve bu yüzden toplantıya katılamadığını beyan etti. Haliyle ikimizde üzüldük. Lakin olayın sevindirici ve heyecan verici tarafı ise bu bilgiye Sn. Cumhurbaşkanı'mız'ın önündeki raporla haiz olduğu ve teşkilattan önce zat-ialilerinin haziruna bilgi verdiği ve ayrıca Fatime Hanıma özellikle selamlarını iletmesi olmuş.

E daha ne olsun?!

O vakit aklımıza, kalbimize ve dilimize dua dolsun: Rabb'im Diyarbekir'e ve Diyarbekir halkına gerçekten sevdalı olan Sn. Cumhurbaşkanı'mız Recep Tayyip Erdoğan'a ve davasına hak ettiği değeri ve desteği vermeyi hepimize nasip etsin. Son yıllarda kavuştuğumuz huzur ve güven ortamını kendi ellerimizle bozmayı bize göstermesin. Ona ve bize hikmet, feraset ve basiretli olmayı her daim nasip etsin.

Amin.



30 Aralık 2023 Cumartesi

KEMALİST VESAYET İLE YÜZLEŞMEMİZ GEREKİYOR!

Evet, çırpınıyorum. Son yıllarda bu kadar kısa sürede bu kadar paylaşım yaptığımı hatırlamıyorum. Peki beni buna sevkeden dert ne?


Mustafa Kemal veya başka bir şey düşmanlığı mı? Hayır! Biz kimseye düşman değiliz. Biz her kişinin ve ideolojinin makul bir çerçevede doğrusu ve yanlışlığıyla tartışılmasından yanayız.


Çünkü biz, gücün sözünden ziyade sözün gücünü savunuyoruz.


Nasıl mı?


Hemen söyleyeyim. Gazze veya asıl gündemlerimiz...  Yani üzerinde durmamız, konuşmamız, maddi ve manevi desteklerimizi gerektiren gerçek meselelerimiz için daha önce dediğim gibi bu ülkede önce Kemalizm ile yüzleşmemiz gerekiyor.


Bu ülkede Kemalizm ile yüzleşmeden bizi üzen, yüreğimizi dağlayan, içimizi kanatan ve bir nevi Siyozmin tezahürleri olan hiçbir meselede gıdım yol alamayız.


Öyle de değil mi? 21 yıllık AK Parti iktidarlarımız döneminde başörtüsünden, Kürtlerin taleplerine ve daha nicesine dahi ne bedeller ödeyerek (o da ancak) aştığımız ortada duruyor.


Azınlığın tahakkümünün, çoğunluğun iradesine galip gelmesini başka neyle açıklayabilir iz ki?!


Hayır efendim! Ben bu dayatmayı kabul etmiyorum. Edemiyorum. Deprem sürecinde dâhi Mustafa Kemal tablolu sahneleriyle yalan haberler yayan Kemalistlerin dayatmasına, gündemlerimizi saptırmasına, cambaza bak cambaza replikleriyle toplumu ayrıştırmasını kabullenemiyorum.


Son birkaç günde yaşadıklarımıza bakın. Bu toplumun fay hatlarıyla nasıl da oynanıyor?Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan Şeyh Said, Menemen, İzmir İktisat Kongresi ve sonrasında gerçekleşen olaylar ile ne kadar da benzerlikler taşıyor?


12 Şehit vermişiz. Ama terörle işbirliği içinde olanlar, konuyu birden bütün Kürtleri hedef almaya dönüştürebiliyor.


Diyarbekir Cezaevi müzeye çevrilecek. Ama o cezaevinin işkenceci müdürü Esat Oktay'ın adı nasıl oluyorsa bir okula verilerek bütün bir toplum tahrik edilebiliyor.


Suudi Arabistan'da kupa maçı oynanacak. Her şey tamam. Protokol yapılmış. Ama son dakikada bazı zorlama talepler ile baskıcı zihniyet ortaya çıkıp birden konu devletler arası arabozuculuğa, oradan da İslam düşmanlığına, Kabe'ye hakarete evrilebiliyor. O da yetmiyor. Fetocu hesaplar eliyle koskoca bir ülke kışkırtma tuzağına düşebiliyor.


Dünden beri ister medya ister sosyal medya da olsun, Türkiye kamuoyunun sinir uçlarına dokunup gündem birden onura, gurura, milli ve manevi değerlere, siyasi sloganlara, futbol taraftarlığından çıkarak parti tarafgirliğine ve hatta savaş çığırtkanlığına dâhi varabiliyor.


Bu fitne ve fesatlığın önünde durmak gerekiyor. Hep birlikte durmak gerekiyor. Bu toplumun bütün kesimleriyle durmak gerekiyor.


Durmak ama... Sadece durmak. Yoksa bunların derdi herkesi harekete geçirip bu ülkeyi Gezivari yeni bir kargaşaya, kavgaya götürmek. İşte bunun üstesinden gelebilmemiz için biraz durmamız ve aklı selim bir şekilde düşünüp Kemalizm ile yüzleşmemiz gerekiyor.


Yoksa ne dün olduğu gibi, ne bugün ve ne de bugünden sonra Kürdüyle, Türküyle, Zazasıyla, Arabıyla, Lazıyla ve daha nice etnik unsuruyla, mezhep ve meşrepleriyle bizi bir arada tutan İslâm üst kimliğinin vermiş olduğu tarihi misyonumuzu ve sorumluluğumuzu hiçbir alanda gerçekleştiremeyeceğiz!


Aslında bu süreç bize bir hakikati göstermesi ve Sn. Cumhurbaşkanı'mız Recep Tayyip Erdoğan'ın omuzlarındaki yükün ne denli ağır olduğu açısından da anlaşılır olmuştur.


Ahmet Maruf Demir