9 Ekim 2023 Pazartesi

İKİ KISSA BİR HİSSE; DİYARBEKİR MALA MEYE!

Filistin/Kudüs Davamızın en hararetli olduğu günlerini yaşadığımız muhakkak...

Bir yanımız İsrail'in oluşturduğu korku imparatorluğunun yıkılmış olmasının sevincini yaşarken, diğer yanımız savaş hukukunu her fırsatta yerle bir eden İsrail'in sınır tanımaz sivil katliamlarına öfkeleniyor.

Ve bunların yanında içimizde yaşadığımız şehrimizin; ki Kudüs'ün damarlarına kan pompaladığına inandığım Diyarbekir'in yaşadığı ruhi çöküntü!

Binleri bulan  madde bağımlısı insanımız... İnternet cafe adı altında oynatılan bahis belasına düşmüş vatandaşımız... Avrupa ülkelerinin bir kimliksizleştirme/dinsizleştirme projesi olarak kendi ülklerine girişlerini görmezden geldiğini düşündüğüm ve hemen hergün kaçak göçmen olarak bu şehre veda eden gençlerimiz...

Daha enteresan olanı ise (teyide muhtaç) gidenlerimiz yerine, doğum zamanlarını Türkiye tatiline denk getiren ve burada doğumlarını gerçekleştiren İsrail vatandaşlarının olduğunun fısıltısı?!

İnsanlık tarihinin dönüm noktaları olduğu gibi bazı şehirlerin de dönüm noktaları vardır. Elbette burada daha çok ve daha az önemli şehirlerin ayrımını yapmakta da fayda vardır.

Daha fazla öneme haiz şehirler sıralamasında, Diyarbekir'in hem tarihsel, hem sosyal, hem de siyasal bağlamı düşünüldüğünde önemli şehirler kategorisi içinde başat rol taşıdığı şüphe götürmeyen bir hakikattir.

Kendi iç dinamiklerinin oluşturacağı olumlu veya olumsuz her durum ve tutumun bölge şehirlerinin yanında, ülkeler bazında dâhi çevresel etkilere  sebep olduğuna fi tarihinden beri yazılı bütün kaynaklar şahitlik etmektedir.

Tarihçi-Yazar ve aynı zamanda kendisi de bir Diyarbekirli olan Şevket Beysanoğlu'nun iki ciltlik Diyarbakır Tarihî isimli çalışması bu konuda büyük bir kaynak oluşturur.

Hele ki yazarın, Tarihçi Marcelliuns'dan alıntıladığı, M.S 359'da yaşanmış olan Pers Hükümdarı II. Şapur'a karşı Kral Gurumbates'in Diyarbekir Savunması bölümünü okuduğunuzda, Yüzüklerin Efendisi serisinden Miğfer Dibi Savaşına ilham verdiğini düşünürsünüz.

Nitekim son birkaç yılda sağlanan huzur ve güven ortamının haricinde Diyarbekir hep benzer (trajik) hikayelerin merkezi konumunda bulunmuştur. Bu nedenledir ki çevre şehirler ve yakın ülkeler tarih boyu yaşanan böylesine bir konjonktürden payına düşeni -maalesef- sürekli almıştır.

Dolayısıyla bu tarih bilincine sahip olarak; binlerce yıl aradan sonra kazanılmış bu huzur ve güven ortamı içerisinde, şehrin siyasetçileri (ilçe başkanlığı yaptığımız dönemde 1000'ye yakın STK, Dernek, Vakıf, Medrese, Cemaat, Kanaat Önderini dolaşıp şöyle tam anlamıyla bir destek alamamamıza rağmen - bu sitem olsun:)- az da olsa destek verenlerimizle birlikte gücümüz yettiğince mücadele etmeye çalışan nefsimiz de dahil) başta olmak üzere iş insanlarının, sosyal ve sivil toplum liderlerinin, bürokratlarının ve kanaat önderlerinin, ne kendi adlarına, ne de şehir insanı ve özellikle de gençleri adına kaybedecekleri bir saniyesi bile yoktur.

Kötüye dair her ne varsa, bugüne kadar yaşanmışlıklar ivedilikle bir kenara bırakılmalıdır. Türkiye Yüzyılına yakışır bir dirayet ile her sorumluluk sahibi kendi riyasetinde bulunanları birlik, beraberlik ve kardeşlik hedefine yöneltmelidir.

Tarih bizlere bu sorumluluğu yüklemiştir. Nasuh bir tevbe, samimi bir yaklaşım ve kişisel menfaatlerden azade bir başkalaşım için zemin hazırdır.

Bu minvalde, aşağıda alıntıladığımız iki tarihi kıssanın da hepimize söyleyeceği çok şeylerin olduğunu düşünüyor ve sizlerle paylaşmak istiyorum.

İlk kıssamız, Barnabas İncil'i 201'de "Taşı En Günahsız Olanınız Atsın" başlığında geçen ilgili bölümüdür.

"İsa mabede girince, yazıcılar ve Ferisiler kendisine zina suçu işlemiş bir kadın getirdiler. Aralarında dediler: "Eğer onu kurtarırsa, bu Musa'nın kanununa aykırıdır ve böylece onu suçlarız; eğer mahkûm ederse, bu kendi akidesine aykırıdır, çünkü o merhameti tebliğ etmektedir."

Bu şekilde Isa'ya varıp, dediler: "Muallim, bu kadını zina ederken bulduk. Musa, böylesinin recm edilmesini emretmişti; buna sen ne dersin?"

Bunun üzerine îsa eğilip, parmağıyla yerde bir ayna yaptı ve içinde herkes kendi kötülüklerini gördü.

Cevap için sıkıştırırlarken, İsa doğrulup parmağıyla aynayı gösterdi ve dedi: "Aranızda günahsız olan ona ilk taşı atsın." Ve, yeniden eğilip, aynayı çizdi.

Bunu gören insanlar, en yaşlısından başlayarak bir bir çıktılar, çünkü kirli işlerini görünce utanıyorlardı.

İsa yeniden doğrulup, kadından başka kimseyi göremeyince dedi: "Kadın, seni ayıplayanlar nerede?" Kadın ağlıyarak cevap verdi, "Rab, gittiler; eğer beni bağışlarsan, Allah sağ ve diridir ki, bir daha günah işlemiyeceğim."

O zaman îsa dedi: "Allah'ı tesbih ederim! Huzurla yoluna git ve bir daha günah işleme, çünkü Allah beni seni mahkûm etmek için göndermedi..."

İkinci kıssamız ise, İslam ve Osmanlı Tarihindeki yeri kadar, Hristiyanlık Tarihinde de bir o kadar öneme sahip olan İstanbul'un Fethi sırasında o günün Konstantinopolis'i ve özellikle Ayasofya'sında yaşananların neler olduğunun konu edinilmesidir.

Bu arada İngiliz Bizantolog Donald M. Nicol’un ‘’Konstantinos Paleologos’’ ile Macar oyun yazarı Ferenc Herczeg’un ‘’Bizans’’ isimli tregadyasının bu hususta iki önemli eser olduğunu da ifade edelim.

Kıssamıza gelirsek;

"Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fetih için gemileri karadan yürütürken, Bizans İmparatorunun yanında sadece bir sadık komutanı ve ona aşık olan bir kızın olduğu anlatılır. Dönemin papazlarının ise Ayasofya’da toplanıp meleklerin erkek mi yoksa dişi mi olduğunu tartıştıkları rivayet edilir.

Hatta heybetli bıyıkları, Yeniçeri külahları ve kanat gibi açılan cepkenleriyle ordunun neferleri Ayasofya’nın kapısından hışımla içeri girdiklerinde meleklerin erkek olduklarını savunanlar, diğer gruba dönerek, "Meleklerin erkek olduğuna şimdi inandınız mı?" dedikleri yüzyıllardır kulaktan kulağa aktarılır!

Elbette her iki kıssayı Hristiyanlık Tarihinden seçmemiz bir tesadüf değildir. Bilinçli tercihe dayalı bu iki kıssanın akıbetine düçar olan şuan ki Hristiyan Alemi yaşananlardan dersler çıkarırken, bizlerin kör taklitçiliğe düşmemesi ve aynı akıbete maruz kalmaması için şahsımız tarafından uyarı mahiyeti taşınması istenmiştir.

Bu iki ibretlik hikâyeden çıkarılacak hissenin yorumunu bu yazının muhataplarına bırakıyor  ve Arapların, Ba'de harâbi'l-Basra/Basra harap olduktan sonra..." sözünün gerçekleşmeden, her birimizin bu iki kıssadan ders çıkarmasını umut ediyorum.

Ahmet Maruf Demir





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder