Kur'an-ı Kerim, indiği dönem ve sözkonusu dönemin muhatapları açısından tarihîdir. Çünkü tarihin belli bir döneminde, bir hidayet kaynağı olması için yine belli bir zaman ve mekânda yaşayan şerefli bir elçi aracılığıyla bütün insanlığa gönderilmiştir. Ayrıca yüce kitapta işlenen konuların çoğunun, o dönemde yaşanan olayların seyrine ve o olaylara sebep kişilerin karakterine binaen geldiği de bir hakikattir. Bu vaka, ilgili ayetler bağlamında değerlendirildiğinde daha rahat anlaşılacaktır. Bu nedenle son vahyin kendisini tarihî olgular kavramı içinde tartışmak sorun olmamalıdır.
Asıl sorun, kitabın misal verdiği insan karakterlerinin ve bu tiplemelerin oluşturduğu ve/veya oluşturacağı olay ve olguların salt bir döneme ait olduğu zehabına kapılmaktır. Tarihselcilikte işte tam da burada başlamaktadır.
Özetle; tarihselci lügatta, evrensel ve genel doğrular yoktur. Sadece yaşanılan dönem vardır. Ve bu dönem kendine has yönleriyle anlaşılmaya çalışılmalıdır. Yine bu anlayışa göre farklı zamanlar arasında kıyaslama ya da örnekleme yapmanın imkansız olduğu ileri sürülür. Daha öncesi varsa da modern bir bilim olarak Hegel ile başlayan bu anlayış, çok fazla taraftar bulamasa dâhi günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir.
İlginç olan şu ki bu anlayış bile tarihî bir düşünceyken kendi döneminde sınırlı kalmayarak günümüzde de taraftar buluyor. Aslında tarihselci anlayışa göre bu düşünce kendi döneminde kalmalı ve bugün bu konu üzerinde konuşma yapmak anlamsızlaşmalıydı.
Fakat, hiçbir bilgi bir zaman ve mekâna hapsedilemeyeceği gibi elbette tarihselcilikte tarihin bir döneminde kalmadı ve kalamazdı da!
Nitekim günümüzde özellikle İslâmî düşünce dünyasında bu anlayışın temsilcilerini görmek mümkün olmaktadır. Bunlardan biri de son günlerde sosyal medyada videosu viral olan, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Mustafa Öztürk'tür.Videoda (bu arada kendi ifadesiyle bir buçuk saatlik konuşması kesilmiş) tarihselci anlayışının da bir tezahürü olarak hoş olmayan sözler kullanıyor.
Burada o ifadeleri yeniden dile getirmeyi açıkçası bir zul olarak görüyorum. Lakin, vahiy Arapça mı yoksa Rabça mıdır? soruları üzerinden, videoda -nahoş ifadelerle- anlatılmak istenen konuya değinmek de istiyorum.
Bu konular uzun yıllar boyunca âlimlerimiz arasında tartışılagelmiştir. Kimi âlimimiz, vahyin dilinin Rabça, yani şerefli elçiye nasıl gelmişse aynı şekilde Resul (sav)'in ağzından çıkarak sahifelere aktarıldığı söyleminde bulunmuştur. Kimisi de vahyin Resul (sav)'e bizim adını koyamayacağımız bir şekilde indiğini ve Resul'ün de Allah'ın muradının ne olduğunu en iyi anlayan olarak, bu muradı Arapça karşılığına en yakın ifadeler ile anlattığını belirtmiştir.
Prof. Mustafa Öztürk de benimsediği anlayışın bir yansıması olarak Kur'an'ı Kerim'in Rab sözü olmasından ziyade, Allah Resulü (sav)'in, (yukarıda da ifade ettiğim gibi) Allah'ın kastının ne olduğunu en iyi anlayan olarak o murada uygun ifadelerle ve fasih Arapçasıyla vahyi aktardığını ve bu nedenle kitaptaki sözlerin Allah'ın sözleri olarak anlaşılmaması gerektiğini söylüyor.
Anladığım kadarıyla aslında işin özeti bu.
Bunu anlatmak isterken öyle sözler sarf ediyor ki insanın hafsalası dumura uğruyor ve afallayıp kalıyor.
Kur'an-ı Kerim'in Rabça değil de Arapça olduğunu kabul etsek bile Allah Resulü (sav)'in ağzına o ifadeleri nasıl yakıştırabiliriz ki?! Bu, Allah Resulü (sav)'i tanımadığımız anlamına gelmeyecek midir? Evet, Allah -hâşâ- videodaki gibi sözler sarffetmez.
Fakat, O'nu en iyi anlayan ve bu nedenledir ki Hatem-ûl Enbiya olduğunu bildiğimiz Allah Resulü (sav) de o şekilde bir dil asla kullanmaz!
Bu sebepledir ki O (sav), âlemlere rahmet olarak gönderilmiş ve bizler için en güzel örnek olmuştur. Yine O (sav), inanmayanlar için kendini nerdeyse helak edecek duruma gelmiştir.
Bu minvalde (Kur'an'ın Arapça mı yoksa Rabça mı tartışmalarını bir kenarda tutarak) Prof. Mustafa Öztürk'ün mezkûr ifadelerine katılmak mümkün değildir.
Amma ve lakin, Kur'an'ın ve Allah Resulü (sav)'in bizlere öğrettiği şekliyle, bütün bu söylemlere sahip olan bir kişinin, sırf bu düşüncelerinden dolayı lince uğramasını doğru bulamadığımı da belirtmek isterim.
Öyle ki sözkonusu kişi açık bir şekilde Allah'a ve Resul'üne düşmanlık etmemiştir. Bulunduğu konum itibariyle ve araştırmacı kimliğiyle bir tespitte bulunmaya çalışmıştır. Doğruluğu ve yanlışlığı tartışmaya açıktır. Olması gereken de zaten budur!
Kur'an'ın Kerim'in kendisi dâhi akletmek, araştırmak, sorgulamak, tefekkür etmek gibi kavramlara kişileri yönlendirirken ve bunlardan bahsederken; tefsir alanında çalışmalar yapan bir ilim insanını bundan mahrum bırakmak aynı Allah'a , aynı Resul'e ve aynı kitaba iman edenler için çelişik bir durum olsa gerek!
Şahsen, Prof. Mustafa Öztürk'ün benimsediği anlayışa ve bu anlayışın tezahürü olan açıklamalarına ve yazılarına katılmıyorum. Ve yine, Prof. Mustafa Öztürk'ün özelinde kim olursa olsun görüşlerinden dolayı ölümle tehdid edilmesine, üniversitedeki görevinden azline ve sosyal medyada görüşlerini çürütecek herhangi bir argüman kullanmadan direk lincine karşı olduğumu da belirtirim. Bir an için Hegel ve Hegel'in görüşlerine karşı olan Batılı fikir adamlarının böyle bir lince maruz kaldığını, taşlandığını düşünelim. Bugün ne Batı ne de Batı düşüncesinin dünyaya tahakkümü olurdu değil mi?!
Benim İslam'dan anladığım budur der ve bu linç belasının özellikle de İslâmî cami içinde ortadan kalkması için herkesi aklıma selime davet ederim.
Bilmenizi isterim ki lince uğrayan birileri olduğunda sizin görüşünüz veya inandığınız değerler daha bir anlamlı olmuyor. Hatta arayış içindeki gençler arasında o görüş ve değerler daha bir tepkiyle karşılanıyor. İslam dünyası da geri kalmaya devam ediyor!
Yapmış Olduğumuz Sosyal Sorumluluk Çalışmalarımıza Sizler de Katkı Sunmak İster Misiniz? 160020300002084811000001 nolu IBAN Numaramız Üzerinden En Az 10 TL'lik Bir Yardımla Bizlere Destek Olabilirsiniz.

Teşekkürler
YanıtlaSilAllah razı olsun
Değerli yorumunuz için teşekkür ederim.
SilAnlayana kardeş, müslümanlar bir birleriyle uğraştıkça geriliğimiz devam edecektir maalesef.
YanıtlaSilDeğerli yorumunuz için teşekkür ederim.
SilBirbirimizle didiştikçe vahdet de olmaz yeniden bir İslam toplumu oluşturmak da olmaz maalesef. İslam alimi sıfatıyla kendi kardeşine diş bileyenler düşmanın yaktığı ateşe odun taşır ancak. Ayrıca yeni nesle kötü örnek olur.
YanıtlaSilDeğerli yorumunuz için teşekkür ederim.
Sil