22 Temmuz 2020 Çarşamba

63 Yetimin Hikayesi

Aslında sizlere anlatacağımız hikayenin başlığı bu değil. Bu başlığa atmamıza sebep olan olay hikayeden öte; hem de çok daha öte bir şey: Bir hüzün, bir sevinç. Bir hasret, bir umut. Bir ibret, bir ders. Bir kıvılcım, bir haykırış ve daha fazlası. Ama şimdilik burada bir dursun. Bütün bunlara sebep o munis olayı, öncelikle anlatacağımız bir hikayeden sonraya bırakalım.

Hikayemizin başlığını Haccı Getirmek oluşturuyor. Ve hikayemiz şöyle:

M.S 12. asrın ortalarında Moğollar, Bağdat'ı işgal etmişlerdi. Bağdat'ın bu işgali aynı zamanda Abbasi halifeliğinin sonu olmuştu. Bağdat, bu işgalden çok zarar görmüştü. Çok acı çekmişti. Yıkılmıştı. Tozları bütün sokaklarına, caddelerine yayılmıştı. Yakılmıştı. Külleri binbir gece masallarının yaşandığı şehrin semasını kaplamıştı. Bağdat'ın sanatındaki, edebiyatındaki bütün güzel şeyler bir çırpıda yok olmuştu. Bağdat'ta o güne kadar hiçbir şey yaşanmamış gibi şehir bir anda viraneye dönmüştü.

Bağdat'ın yaşadığı bu acı verici olayın üzerinden 20 yıla yakın bir zaman geçmişti. O yıllarda Diyar-ı Bekir'den, o günkü adıyla Amid'ten, Hacca gitmek için bir kafile yolculuğa çıkmıştı. Kafile, 50'ye yakın medrese talebesi ve başlarında bulunan üstatlarından müteşekkildi. Diyar-ı Bekir Ulu Camii'nde iki rekat namaz kılan hac kafilesi daha sonra şehir halkının tekbir, tehlil ve salavatları eşliğinde develerine ve atlarına binerek yola revan olmuşlardı.

Üstatları önde, talebeler arkada şehirden bir başka şehre geçerek; her geçtikleri şehirde tarihten, gelmiş geçmiş medeniyetlerden izlere şahit olarak ve bu yerlerde molalar vererek birkaç gecenin ardından Bağdat'a varmışlardı.

Şehrin surları 20 yıl önceki Moğol istilasından büyük zarar görse bile bazı ayakları yerinde durmayı başarmıştı. Hac kafilesi de bu sağlam ayaklarından birinin gölgesine sığınarak dinlenmek için mola vermişlerdi. Atların gemleri çıkarılmıştı. Koşumları dinlendirilmeleri için indirilmişti. Develer, etrafı hemen o an çitlerle çevrilmiş alana salıverilmişti. Çadırlar kafiledekiler tarafından hızla kurulmuş ve yolculuğun getirdiği açlığı gidermek amacıyla ocaklar yakılmıştı.

Yemeğin pişme vaktine kadar kafiledekiler, Üstatlarının imamlığında cemaatle namazlarını ikame etmiş ve tesbihata başlamışlardı. Tesbihat sırasında Üstatları, her zamanki gibi yüzünü cemaatine dönmüştü.

Aradan birkaç dua miktarı zaman geçmişti ki surların enkazının bulunduğu şehrin batı yönünde bir karartı Üstad'ın dikkatini çekmişti. Karartı bir gözüküp bir kaybolmuştu. Müezzin hoş sedasıyla tesbihata devam etmişti. Davud-i nidanın makamında yapılan dualar enkazın arkasındaki gölgeyle adeta uyumlu bir ritim oluşturmuştu. Enkazın gizlediği tarafta bir görünüp bir kaybolan karartı Üstad'ın heyecanını her geçen dakika büsbütün artırmıştı. Yapılan tesbihatın ise son aşamasına gelinmişti. Müezzin, o hoş sedasıyla "El-Fatiha" der demez karartı ileriye atılarak yerden bir şeyler almış ve geldiği yöne doğru yine aynı hızla kaçmıştı.

Üstad, merakla izlediği karartının bir kız çocuğu olduğunu anlamıştı. Hemen etrafındaki birkaç gence çocuğun kaçtığı yönü hızla tarif ederek onu bulmalarını önemle tembihlemişti.. Üstadlarının bu emrini işiten talebeler ivedilikle çocuğun kaçtığı yöne doğru koşarak izini takip etmeye başlamışlardı. Çocuğu caddenin boş kalan tarafından döndüğünü enkazı yanına vardıklarında görmüşlerdi. Hiç vakit kaybetmeyerek onlarda koşarak caddenin solundan dönmüş ve boş kalan kısımdan çocuğun hangi sokağa girdiğini bu kez rahat bir şekilde görmüşlerdi. Hızlarını kesmeyerek girdikleri sokakta, çocuğun kapısı olmayan harabe bir avludan içeriye girdiğine şahit olmuşlardı. Talebeler biraz da yorulduklarından kesik kesik nefes alarak evin dış tarafından içeriyi rahat görebilecekleri bir açıklık aramışlardı. Evin sokağa bakan çeperinde camları kırık bir pencere vardı. İçerinin rahatça görüldüğü o pencereden bakan talebeler kaçan kız çocuğuyla beraber iki çocuğun daha içeride olduğunu görmüşlerdi.

Odanın ortasında iki taşın üzerine bırakılmış olan bir tencere duruyordu. Onun dışında odanın içinde hiçbir şey bulunmuyordu. Bir hayli hüzün ve biraz da merakla bu tabloya şahit olan talebeler çocukların ne yapacaklarını beklemeye başlamışlardı. Kaçan çocuk küçük kardeşlerine sürpriz yaparcasına arkasında sakladığı hayvanı çıkartıp onlara göstermişti. Küçük kardeşleri sevince boğan bu manzara talebelerin gözlerini yaşartmıştı. Bu haleti ruhiyeyle üstatlarının yanına dönen talebeler gördüklerini bütün detaylarıyla anlatmışlardı. Üstatları, talebelerini büyük bir müteessirlik içinde dinledikten sonra "demek ki utanarak, sıkılarak, korkarak yerden kaptığı şey bir kuş ölüsüydü" demişti. Gözyaşlarını tutamamıştı. Ağlayarak kafilenin toplanmasını istemişti. Ve kendilerine şu konuşmayı yapmıştı.

"Evlatlarım, yoldaşlarım, sevgili talebelerim! Bugün burada, Bağdat'ta, acı verici bir olaya tanık olduk. Görüyorum ki aradan bunca zaman geçmesine rağmen acının dumanı hala Bağdat'ın üzerinde tütüyor. Hala evleri yıkık. Hala haneleri dağınık. Hala çocukları perişan bir halde ve bütün bunlar yetmezmiş gibi birde sokaklardaki leşlerle mutlu oluyorlar.

Bağdat bu haldeyken bizler hacca gidiyoruz. Oysa şimdi varın elele vererek bugün Bağdat'ın çocuklarını gidelim. Onları giydirelim. Onları yedirelim. Onlarla dertleşelim. Onlara bir baba, bir kardeş olalım. Onları sevindirelim. Onları mutlu edelim ve sonra da dönüp halimize bakalım. Eğer hala hacca gidebilecek bir durumdaysak yola yine revan oluruz. Rabbimizin beytine ulaşmak için çırpınır dururuz. Arafat'a çıkmak için koştururuz. Kabe'ye kavuşmak için gücümüzün son raddesine kadar gayret ederiz. Efendimiz (sav)'i ziyaret etmek ve onun ravzasında iki rekat kılmak için Rabbimize dua ederiz. Yok, eğer hacca gidebilecek bir durumumuz kalmamış ise o zaman nasip bir sonraki sene der ve evlerimize geri döneriz." demişti.

Talebeler, Üstadları'nın bu konuşmasını yürekleriyle onaylamışlardı. Bunu üzerine ölü kuş etini kapan kız çocuğu ve kardeşlerinin yaşamlarını kolaylaştırarak öncelikle işe başlamışlardı. Daha sonra bütün Bağdat'a yayılarak damı olmayan ailelere evler yapmış; aç olarak sabahlayanlara aşlar kaynatmışlardı. Hac yolculuğunda yanlarında getirdikleri altın ve gümüşlerin hepsini Bağdat'ın üzerindeki karabulutları dağıtmak için harcamışlardı. Birkaç gün sonra oradan geçen ve bu olayı duyan başka hac kafileleri de bu hayır kervanına katılmışlardı. Böylece Bağdat bir ayda o rüya gibi gecelerine yeniden kavuşmuştu.

Aradan bir aylık zamanın geçmişti. Zilhicce ayına girilmiş ve arefe günü yaklaşmıştı. Kendilerini bu hayır işine kaptıran kafilelerin çoğu geçen zamanın farkında olmamıştı. Hac yapmak için ceplerinde hala gereken miktarda paraları ve bedensel olarak kuvvetleri olsa bile arefe gününde Arafat meydanın olmaları la-mümkün bir hale gelmişti. Bu durumda kafileler, memleketlerine dönmek ve bir sonraki sene hac yapmak için beklenilmesi kararını vermişlerdi. Ortaklaşa alınan bu kararın üzerinden bir hafta geçmiş ve geri dönmek için bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Kafileler ertesi sabah erkenden yola revan olacaklardı. Bu nedenle yatsı namazlarını cemaatle kılmış ve erkenden uyumaya çadırlarına gitmişlerdi.

Ve o gece uykularında hepsi aynı rüyayı görmüşlerdi. Sabah uyandıklarında da gördükleri rüyayı birbirlerine anlatmaya başlamışlardı. Büyük bir şevk ve heyecan içinde Mina'da kaldıklarını... Arafat meydanına çıktıklarını ve vakfeye durduklarını... Müzdelife'ye vardıklarını... Orada taş topladıktan sonra namazlarını cem ederek vakfe duası yaptıklarını... Mina'da belli bir süre kaldıktan sonra şeytan taşlamak için yola çıktıklarını... Büyük şeytanı taşladıktan sonra kurbanlarını kestirerek saçlarını tıraş ettiklerini... İhramlarını çıkararak Kabe'ye gidip tavaf yaptıklarını görmüşlerdi.

Bu rüyayı üstatları da görmüştü. Bütün kafilenin aynı rüyayı görükleri kendisine haber edilince de dışarıya çıkarak şunları söylemişti.

"Ey kardeşlerim, ey yoldaşlarım, ey hacılar!

Hac mebrur, sa'y meşkur, zunüp mağfur ve ticareten len tebûr olsun!

Ey hacılar müjdeler olsun!

İşte bu, ellerimizle yaptıklarımızın karşılığıdır. İşte bu, Allah'a inanmak ve Allah'ı anlamaktır. İşte bu, Rabbimizin bize olan sonsuz merhameti ve ikramıdır. Haydi! Birbirinizi kutlayın! Haydi birbirinize sarılın! Haydi artık biz de hacı olduk deyin! Çünkü siz yaptıklarınızdan dolayı hacca gidemediniz. Ve asıl siz yaptıklarınızla haccı getirdiniz!" demiş ve şükür secdesi yapmıştı.

Hikayemiz burada bitiyor. Her hikayede olduğu gibi bu hikaye de bize bir şeyler anlatıyor. Elbette bu hikayede hepimizin kendimize göre çıkaracağı dersler var. Fakat biz bu derslerin ne olduğu konusuna burada girmeyeceğiz. Yazının başında ifade ettiğimiz gibi bu yazının başlığı olan asıl olaya değinmeye çalışacağız.

Bu olayın kahramanı -iptal olmasaydı eğer bu sene ki hac organizasyonunda bulunacaktı- Ayten Ş. adındaki bir ablamız. Kendisi yıllardır hacca gitmenin hasretiyle yanıp tutuşuyordu. Yaklaşık 7 yıldır hacca gitmenin özlemini taşıyordu. Yıllardır beklemesine rağmen bir türlü kısmet olmuyordu. Ta ki bu sene Rabbimiz ona nasip edene kadar... Fakat bu yıl da pandemiden dolayı hac iptal oldu. Ve Ayten Ş. ablamız vuslatı -inşallah- bir sonraki yıla kaldı.

Olayın en vurucu tarafı buradan itibaren başlıyor. Malum olduğu üzere koordinatörlüğünü yapmış olduğumuz bir Kitap Kardeşliği projemiz var. Orada kitap okumaların yanında bayram gibi veya yardıma ihtiyaç duyulduğu zamanlar kardeşlerimizle naçizane yardım çalışmaları yapıyoruz. Bu bayram da yine geçen Ramazan Bayram'ında olduğu gibi "Bir Çocuk Gülümset" yardım çalışması başlattık. Ve o çalışmaya bu sabah gelen bir mesajı sizlerle paylaşmak istiyorum.

- "Bana 63 yetim ayır inşaallah..."

Bu sene ki bir hacı adayımızın sabah namazında bize attığı bir mesaj bu. Peki kim bu hacı adayımız? Elbette Hacı Ayten Ş. ablamız. Haliyle bu mesaj bize her yıl rehberliklerini yaptığımız hacılarımıza anlattığımız yukarıdaki hikayeyi hatırlattı. Bu sene bu hikayeyi anlatmak hacda nasip olmadı. Fakat Ayten Ş. ablamızın mesajı bu hikayeyi burada sizlerle paylaşmak için bir ilham oldu.

Dahası biz bu yazıyı yazarken bu kez de geçen yıl ki hac dostlarımızdan Hacı Hüseyin ağabeyimiz bize bir mesaj gönderdi. O da 350 yetimimize ulaşmamızı istedi. Kitap Kardeşliği olarak nasıl sevindiğimizi ve nasıl mutlu olduğumuzu inanın anlatamam.

Rabbimiz hayırda bulanan herkesten razı olsun. Rabbimiz hacca gitse gitmese, hep böyle haccı kendileriyle getiren; haccı kendine getiren kullarından eylesin. Rabbimiz hepimizi haccın ne demek olduğunu anlayan ve yaşayan kulları arasına katsın.

Not: 63'ün anlamını size bırakıyorum.

4 yorum:

  1. Hem hikaye hem de Ayten hanım ve Hüseyin beyin yaptıkları etkileyici. Aslında müslüman olmak ve ümmet olma bilinci budur. Allah teala ecir versin bol bol doldursun yerini ve daha fazla yetime ulaşabilsinler. Sizden de Allah razı olsun. Hayır çalışmalarınızı dernek, vakıf olmamanıza rağmen sürdürüyorsunuz. Her müslümanın yapması gereken budur. Taşın altına elini koymak, olan yükü sırtlanmak...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz için teşekkür ederim. Allah razı olsun. Amin inşallah.

      Sil

  2. "İşte bu, ellerimizle yaptıklarımızın karşılığıdır" rabbim hayırda yarışanlardan eylesin inşallah

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz için teşekkür ederim. Allah razı olsun.

      Sil