Ey
Süleyman…
Kurşun
izlerini taşıyor şimdi, Sinagog kürsüsünde levhalar
Ölümlerin
bedelidir, yakılıyor Ulu Cami minberinde ağıtlar
Mıhlanan
duaların ayinine şahit, Surp Giragos’da mihraplar
Ey
Süleyman…
Şeyh’in
meydanında, sabilerin yün saçını savurmuyor rüzgâr
Aslanlı
çeşmede şarıldayan bereket su yerine, ağzında kanlar
Hevsel
gül bahçesinden, barut kokluyor elleri kınalı nişanlılar
Ey
Süleyman…
Toprak
kana doymamış Hüsrev’de, diri diri şühedayı ağlattılar
Üstüne
yağıyor Behram’da, günahlarının karşılığı tüm belalar
Halid’in
kabri yetmedi, İç Kale’de Seni de bağrından vurdular
Ey
Süleyman…
İkisi
ölü, iki yaralı ayakları, minareyi gövdesinden ayırdılar
Koparıp
ayak parmaklarını, köprünün on gözüne savurdular
Sur
dibine gömüp koca tarihi, mezar taşına fermanını kazıdılar
Ey
Süleyman…
Süt beyazı
tülbentleri altında, kırlaşmış gözyaşlarını akıttılar
Düşürmeden
hendeğe, omuzlarına biriken kederleri taşıttılar
Nasırlı
son ömründe, torunlarını güvercin yüreğinden uçurdular
Ey
Süleyman…
Ölüyor
artık yavaş yavaş ve küçe başlarında oturmuyor yaşlılar
Ölüyor
artık yavaş yavaş ve pencerelerinde konuşmuyor kızlar
Ölüyor
artık yavaş yavaş ve şehre uzaklardan okunuyor salalar
Ey
Süleyman…
Ölümden
bir Dicle kaçar gibi, önümden öyle akıyor o aziz insanlar
Ahmet
Maruf Demir

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder