5 Şubat 2015 Perşembe

Umarsız Kelimelerim

Bu kaç gecedir hep aynı saatlerde aynı şarkıya sarılıyor ve aynı halet-i ruhiye'ye bürünüp uyuyamıyorum.

Kafamın içinde zonklayan milyon adet iğreti ve bir o kadar masumane düşünceler, üzerinde bataklık sineklerinin uçuştuğu çamurlaşmış birikintiyi gördüğü halde yolunu kaybeden bir çöl bedevisinin kurumuş dudaklarını ıslatabilme umuduyla çekine çekine, sürüne sürüne, iğrene iğrene yaklaşıp son yağmurdan kalan balçığı eşelediği gibi kelimelere dökülme arzusunu taşırıyor bende!


Bir sağa bir sola yalpalamalarım, rotasını şaşırmış ve ansızın denizin -okyanus da olabilir- bilinmediği bir koordinatında kasırganın etrafını sardığı, deniz fenerini günlerce ve özlemle gözlediği halde herhangi bir ülkenin kıyısına varamamış alabora halindeki bir gemi kaptanının beynini kemiren bu son anları seyir defterine boşaltma telaşını yaşar gibi beni yazmaktan alıkoyamıyor.


İşte böylesine bir sancıyla, acıyla, ağırlıklarla...


Uyanık olmama rağmen üzerime tüneyen böylesine bir karabasandan kurtulabilmek ümidiyle cansiperane yazarak çırpınıyorum.


Yazmak, yazmak ve yine yazmak...


Çok şey yazmayı istesem bile hiçbir şey yazamamak. Milyon adet o kimi zaman iğreti ve kimi zaman masum olan düşüncelerden yazarken hangisini öncelemeyi, neyi ve kimi yada kimleri nasıl ve neden anlatacağımı, anlatabileceğimi bilemeden yazmak.


Olsun diyorum birden. Çok şey yazarken bile aslında hiçbir şey yazamamak yada her şeyi yazmazken yanlızca bir şeyi yazmanın umurumda bile olmadığının farkındayım.


Fok balıkları geliyor aklıma, küresel ısınma, buzulların çözülmesi...


Şimdi de Tarık Tufan'ın Anna şiirindeki; "bir kasetin iki yüzüne de ardarda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum aslında." cümlesi takılıyor zihnime ve yüreğimden ise bunu neden yazdığım sorusu geçiyor. Yürek soru sorar mı? Bu soru cümlesi edebiyat dünyasında nasıl bir yankı uyandırır sorusu beynimi kemiriyor.


Çok düşündüm ama adını unuttum galiba. Yoksa Corhc muydu? Hayır bu isim beni tatmin etmedi. Ama soyadını hatırlıyorum. Yatağımdan kalkıp kitaplığıma gidip bakabilirim aslında. Nedense bu dürtü rahatsız etti beni. Ne güzel anlamsız bir şekilde akıllı telefonunun not bölümünden yine akıllı telefonunun klavyelerini tuşluyorsun sonunu merak eden kahraman olamaz raconuyla deyip yazmak istiyorum. Soyadını hatırlıyorum. Orwel. Büyüksün baba! 1984'ündeki kafes geliyor aklıma. Kafesin içindeki fareler. Böylesine bir kareyi ama bu kez farklı bir şekilde, adını hatırlayamadığım o filmde kafes değil torbaydı galiba. Bu kez kahramanımız 1984'te olduğu gibi değil, aksine farelerden korkmayıp sevdasını ele vermiyordu. Öyle ki fareleri yeniyor hatta kafasına geçirilen torbanın içindeki fareleri yiyordu!


Sevda düştü şimdi de aklıma. Her nedense ezber bozan! Kurtulmak istiyorum bu düşünceden. Biliyorum bu mevzuyu düşündükçe şiir uzanacak yatağıma... Atılan mesajlar, konuşmalar, koşuşturmalar düşecek odama. Anılar, anıları yaşatanlar! Şiir'i ne kadar çok sevdiğimi söylemiş miydim? Sahi Hûma'ya Mektup'a ne oldu? Yayın evininin yoğunluğu vardı, doğru. Teselli ediyor bu cümle beni her seferinde. Şiir'e devam etmeli miyim? Haznemde bilseler insanlar, ne çok hikayelerim var oysa. Onları da yazmalı mıyım? Hem yazıp hem paylaşmak yada mikrofonumu avuçlarımla sıkı sıkı kavrayıp ona mı dökmeliyim içi mi? Zindan Masalları nasıl bir isim?! Ah... Ne kadar kaçmak istedim ise bu duygusal kimliğimden, her nerede olursa olayım ve nerede durursam durayım bir yıldırım gibi gelip çarptı beni. Son bir kaç yıldır duyarlılığı tutuyordum oysa!


Yazmasam Öleceğim yazım geldi aklıma. 


Bir an akıllı telefonun saatine baktım. Hala yazmak istiyorum. Deniz fenerine hasret kalmış o gemi kaptanının ivedilikle son anlarını seyir defterine yazması gibi. Bu klavye beni yormuyor da değil hani. Düşüncelerimi, saniyenin binde birinde bile kelimelere dökmekte geciktirirsem eğer urgan olup beni boğacaklarını sanıyorum. İşte bu telaşla yazarken aklıma birden üzerinde sineklerin uçuştuğu o çamurlu suda susuzluğunu giderebilme umuduyla sürünen çöl bedevisi düşüyor. Keşke düşse diyorum. Ama odama. Ne güzel. Ona bir sudan daha fazlasını ısmarlayabilmek... Buzdolabında, vanayı çevirdiğimde şarıl şarıl akmaktan da öte kaç kilovat tazyikiyle akacak olan bir çeşmede, ocağın üzerinde duran demlikten çay ikram edebilecek nimetleri önüne serebilecek imkanlara sahip olduğum gerçekliğiyle rahatlıyorum.


Saate bir kez daha takıldı gözüm. Ne yazacağım kaygısını hissediyorum. Ne oldu bana. Durmak istemiyorum. Ama "durmak istemiyorum" cümlesini yazarken dahi, iç sesimde bile duruyorum. Adliyede katip memurluğu alımı mı var? Neden böylesine hızlı düşünüp hızlı yazmak gereksinimi hissediyorum ki?


Bu cümleyi bir türlü bitiremedim.


Çamurlu suya, sürüne sürüne giden adamdan bahsettiğimi hatırladım şimdi. Konunun nerden nereye geldiğini ise bilmiyorum. Hatırladım çünkü yazmak sözcüğünü bu akıllı telefonun, akıllı klavyesiyle belki on defa yeniden yazmak zorunda kaldım demin. Her seferinde silip yeniden yazıyorum. Şuan da bile aynısı oldu. Razmak, taznaj, tazmak, yazkak, yazmak... oh be!


Biliyorum. 'Yazmak' sözcüğünü ne zaman yanlış yazarsam artık, bundan sonra da aklıma hep çöl bedevisi düşecek. Yine gözüm takıldı saate. İlginç. İlginç olan ne bilmiyorum. Bu sözcükte gereksiz bir şekilde aklımdan döküldü yaprağa. Takmıyorum kafama.

Fok balıklarını yazdığımı hatırlıyorum. Ve sevda dediğimi. Neye sevda? Neyin sevdası? Aşk, ilahi aşk? Hımm. Bunları yazmalı mıyım? Derken bu konu hakkında "ne ilk ne de son olacak" diyen dershane yıllarındaki arkadaşımın cümlesi derin bir sızı bırakıyor ruhumda.


Oysa ben çöl bedevisinin gökten zembille düşmesini yeğlerdim. Benden alıp götürecekleri aşktan yada sevdadan alıp götürdüklerinden daha basit olacağından eminim. Şöyle de kurulabilirdi bu cümle: Alıp götürecekleri aşkın yada sevdanın benden alıp götüreceklerinden daha basit olacağından eminim.



Cahiliyenin kırıntılarımı diye sormadan da edemiyorum.


Zarifoğlu geldi aklıma. "Yazmak istiyorum Erdem. O kadar doluyum ki" sözleri.


Durdum birden.


Gözlerim akıllı telefonun ekranına bakakaldı. Beynim hala zonkluyor. Acaba çok mu yoruldu?Dışarıdan gürültüler geliyor. Ne kadar kirlendi bu dünya. Gecenin şerrinden bahseden ayetler şuan gözlerimin önünde geçiyor. Dışarıdaki sesler giderek yakınlaşıyor. Kalkıp bakmalı mıyım. Ama ya yazmak. Neyse kesildi sesler. Şükrediyorum. Kavgalar, küfürlü bağrışmalar olmasa ve savaşlar Allah'ım! Bu denli birbirlerine söven hakaret eden insanların iki dakika öncesine kadar beraber çay içen yada ne bileyim belki de kahvehanede okey oynayan arkadaşlar değil miydi? Sorusuyla sarsılıyorum.


Yine Zarifoğlu geldi aklıma; "ne çok acı var" cümlesi. Ve şimdi de Ali Emre'nin "ne tarafa dönsek kemikleri batıyor yeryüzünün," hatta "birileri içli bir kunut okusun dünyanın..." galiba böyle değildi bu şiir deyip hayıflanıyorum.


Demin anlamsız bir ses geldi. Nereden geldiğini bilmiyorum. Midem de kazınmaya başladı. Gözlerim yoruldu gibi. Parmaklarımda uyuşuyor. Sağa sola yalpalamalarımdan sonra, uzun bir süredir hiç kıpırdamadığımın farkına varıyorum.


Uyumalı mıyım?


Aynı şarkıyı bir kez daha hatta birden fazla kez daha dinleyeceğimi biliyorum eğer yazmayı bırakırsam. Tam da burada akıllı telefon tabirini çok kullandığımı ve her kullandığımda da bu tabiri kullanmaktan hiçte hazzetmediğimi belirtmek istediğim sözcükleri yazmaya koyulurken konunun her seferinde değiştiğini farkettim. Ben çok fonksiyonlu telefon demeyi daha doğru buluyorum. Akletmek insana mahsusken, hassaten Kuran'da Müslümanların nevi şahıslarına münhasırken bir cihaza özgü kullanılmasını hazzetmiyorum.




Midem daha çok kazınmaya başladı. Hac yolculuğumda, Ürdün'den gelirken mola verdiğimiz bir sırada hacı arkadaşlarıma ikram etmek için aldığım lakin unutkanlıktan hiç içemediğimiz, hatta bunla kalsa iyi birde geldiğimiz otobüste unuttuğumuz üçü bir arada-lara ne oldu acaba?!


Göz kapaklarım daha fazla dayanamıyor. Midem de niye böyle kazındı bilemedim. Sırtımın ağrısı artarak devam ediyor.


Evde birisi mi var. Şüphelenmeye başladım. Yoksa çöl bedevisi yerine davetsiz biri mi? Kalkıp bakmadan rahat etmeyeceğim.


Yalnız olmam lazım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder