12 Ocak 2015 Pazartesi

1438. Bölüm. Biz Kardeş Miyiz?



1438. Bölüm. Biz Kardeş Miyiz?

Birden bir gürültü koptu içeriden. Kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Daha bir kaç dakika öncesine kadar bir demlik çay etrafında çiğdemler çıtım çıtım çıtlanıyor,  atılan kahkahalar senfonisine dahil olan soğuk hava, odanın son depremden kalan çatlaklarına bir vakkum gibi sıkışmanın telaşını yaşıyordu. Bununla beraber aynı zamanda da muhabbet edenlerin samimiyetinden kendisine bir pay çıkarıyor gibiydi. Televizyon ekranında sadece görüntüler seçilebiliyor arada bir bazı gözler tv'deki karakterlere bakıyor sonra yine hiçbir şey olmamış gibi, hiçbir şey anlamamış gibi dönüp önlerindeki kaseden avuçlarına birden çok çekirdek tıkıştırıp kulaklarıyla kaldıkları yerden muhabbeti sürdürmeye devam ediyorlardı tv'nin sesinin kısıklığından avantaj sağlayarak. Bir kaç saat öncesine kadar da ailenin çoğu bireylerinin dışarından gelmelerinden mütevvelit; kimisinin okuldan, kimisinin işten, kimisinin dershaneden kimisinin iş aramasından; yaz gecelerinde uykulara serinlik katmaktan ziyade genellikle kışın dondurucu soğuklarında bütün kadınların, o narin varlıkların ve dünyadaki tüm çiçeklere isimler bağışlayan o insanların ellerini  - o eller ki ithafen avuşlarına şiirler dökülürken tüm bunlardan mecaz kalıp nasır bağlayan - dondurucu soğuğun acısından katmerleştiren,  herhangi bir üçüncü dünya ülkesinin herhangi bir şehrindeki herhangi bir köyünde bir çeşme başı işlevi gören havlunun tam ortasına yapılmış o genişçe havuzun oval duvarına dışarıdan kim gelirse gelsin bir kaç dakikalığına oturmak istediğinde, içinde hala buharlaşmamış ikindi yağmurlarından kalan bir karış yüksekliğindeki birikintiye dökülen bakışlarından  yorgunluk ve açlıkları anlaşılabiliyordu. 

Bütün bunlar ve bir o kadar yaşanmışlıklara nispeten anlatılamayanlar, yaşadıklarına nispeten anlatamadıkları geride kalmış, ailenin bütün fertleri, yetmezmiş gibi birde dünyanın bütün yorgunluklarını nasır tutmuş ellerinde ufaltan bir kadın tarafından bulutlardan daha temiz ve gökyüzünden büyük sevgi türlüsüyle ve sevi türküleriyle ısıtılmış akşam yemeği halkasında birbirine kenetlenirken hepsinin gözlerinde aynı tarafa doğru çevrilmiş bakışlarda aynı duyguydu yeşeriyordu ; evimizin koca duvarlarını kucakladığını, üzerimizdeki tavanı tuttuğunu sanan ki içlerinden suların sızdığı şu kolonlar mı, yoksa şu aslan gibi babamız mı?!

- Aynı taraf, aynı bakış, aynı duygu, aynı soru ve aynı cevap: dünyanın dönüş hızında çıkan ses kadar bir sessizlikle; elbette aslan babamız!

Geride kalmış bütün bunlar ve bir o kadar yaşanmışlıkları, yaşadıkları barındıran bu barınakta şimdi de bir başka şey yaşanıyordu. Kimsenin görmediği, görmedikleri için iyi mi-kötü mü, güzel mi-çirkin mi olduğunu seçemedikleri bir şey...

Televizyon sesi kısık olmaktan ziyade kapalıydı artık. Akşam yemeği çoktan yenilmişti. Muhabbetler sona ermişti. Belli ki herkes uyumak üzere odalarına çekilmişti. Peki tam da bu sırada kendisini çatlak duvarların arasına sıkıştırmaya çalışan ve odanın içindeki muhabbetin sıcaklığından istifade etmeye çalışan soğuğu bile bir anda titreten şey de neydi böyle...

İlkin anne ve baba canhıraş bir şekilde kulak kesildi kardeşlerin odasının kapısının önünde. Sonra diğer kardeşler ve büyük ağabey ve sonra yenge... Yeğenler ise hala küçücüktü. Onlar erkenden uyudukları için ne olup bittiğini hiç duymamışlardı bile. Kapının önünde duranlar birbirlerine bakıştılar önce ve her birinin mırıldanarak sorduğu ama aynı anda söylendiği için kardeşlerinin bir anda kavgasını bitiren bir haykırışa dönüşmüştü "neler oluyor" sorusu? Her üçüncü dünya ülkesinin her şehrindeki her köyünün her evinde olduğu gibi yine anne davrandı önce. O yumrukladı kapıyı. Yüreği yumruklarının vuruş ritmine uyum göstermeye çalışsa da nafile. Anneler öyledir; çünkü yürekleri dursa da kıpırdayabiliyor dilleri, yürekleri dursa da tutabiliyor elleri, yüreği duracak gibi olsa da parmaklarını avucunun içine dürüp kapıyı şuan yumruklayabildiği gibi!

Anne: Yüreğinden gırtlağına kavuşturabildiği o son nefesi veriyordu sanki "Neler oluyor yavrularım?" diye sorduğunda...

Bütün yağmurları içine gömebilecek kadar…Bütün yıldırımları içine çekebilecek…Bütün yılanların zehrini içine emebilecek kadar....Bütün yılların, ayların, haftaların, saatlerin, dakikaların, saniyelerin anılarını içine sindirebilecek kadar…Bütün aşkların, sevdaların, kavuşmaların, ayrılmaların hüznünü içine hapsedebilecek kadar…Bütün savaşların, barışların içine dalabilecek kadar… Bütün küskünlükleri, barışmaları içine katabilecek kadar zaman durmuştu mekân!

Baba seslendi sonra: Açar mısınız kapıyı, canlarım? Kolonlar taşlaşmışlıklarından utandılar dik dururken dışarıya yağmur suyu sızdırmayıp bir ağaç gövdesince yapraklarını soldurmayan asilce bu hitap karşısında...

Bütün gömülenler dışına yağmurlar kadar…Bütün çekilenler dışına yıldırımlar kadar…Bütün emilenler dışına yılanların zehri kadar....Bütün sindirilenler dışına yıllar, aylar, haftalar, saatler, dakikalar, saniyeler anılar kadar…Bütün hapsedilenler hüznünü dışına aşklar, sevdalar, kavuşmalar, ayrılmalar kadar…Bütün dalanlar dışına savaşlar, barışlar kadar… Bütün katılanlar dışına küskünlükler, barışmalar kadar zaman dolmuştu mekan!

Olan olmamıştı. Odanın kapısı dün gece açılmamıştı. Sabah olmuş sofra kurulmuştu. Akşam yemeğinde olduğu gibi bakışlar aynı duygularla aynı yere bakmıyordu. Duygular aynı olmasına rağmen bakışlar yere bakıyordu. Yere baktığı da söylenemezdi aslında. Yüzler yere baktığından gözlerin nereye baktığı tam olarak anlaşılmıyordu. Ama dün gece yaşananlara şahit olan bir misafir kalsaydı eğer bu evde şunu tahmin edebilirdi; iki çift ayağın görünebileceği kadar evin en büyük odası olan salonun kapısına birkaç göz etrafındakilere belli ettirmeden mi bakıyor acaba...

Çok geçmeden sessizlik açılan bir kapı sesiyle bozuldu. Saliseler miktarınca bir umut doldu ev halkının içine... O umut yere bakan yüzleri yeşertti sonra. Yeşeren yüzler göğerdi birden. Gök ise bu evin üzerinde ayrı bir duruyor gibiydi. İki çift ayak ile beraber iki yüz göründü. Umut hala ekildiği yerde duruyordu. Adımlar sıklaştıkça yerdeki sofraya doğru, umut yüzlerdeki gözlerden patlayacaktı nerdeyse.

Olmayan olmuştu. Odanın kapısı açılmış. Odanın kapısı kapanmış. Eller yıkanmış. Eller kurulanmış. Salona doğru adımlar atılmış. Salonda serilen sofraya oturulmuş ve sessizliği bozan o ses duyulmuştu ilk tutuşulan kavganın ilk yapılan barışıyla...

Gardaşım, dostum, arkadaşım... Bardağını ver de çayını doldurayım!

-Bilirsin. Çay Bir Devrim Aracıdır!

Sessizlik bozulmuştu. Tomurcuk patlamıştı. Güneş evin duvarlarını ısıtmıştı. Duvarlar kendisine sızan sularını çekiyordu. Gülümsemeler kaldığı yerden yeniden başlamıştı. Soğuk meraktan erken uyanmıştı ama sıcaklık yeniden kendisini baş gösterince uykusuna kaldığı yerden devam etmeye başladı. Televizyonun insan yüzlerini kendisinde yansıtan yüzleri kaybolmuş, insan yüzlerini yansıtan o anlamsız renkliliği bir gözlerde doluşmaya başlamıştı. Çay bardaklarının biri doluyor diğeri boşalıyordu. Havludaki oval havuzun içinde dünden kalma yağmur suları sabah esintisiyle duvara her sakince çarptığında ben buradayım diyordu. Kuşlar yine bir şeyler anlatıyordu. 

Kimse dün gece olanları anlatmasını istemedi kendilerinden. İsteseydiler bile, onların dün geceden kalma anlatacak hikayeleri de zaten yoktu. Çoktan unutulmuştu. Kardeşlik de zaten buydu! 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder