Üç gün yas tutulurdu. Yedisi biter; kırkı dolunca da "kırkı çıktı" denir ve yakınlarının durumu müsaitse ya da imece usulüyle bir yemek verilirdi. Mevtanın hayrına dokunur belki... Belki nasibine düşeni alır... Belki Allah bunun hatırına kendisini bağışlar ümidiyle.
Değil üç gün yas tutulması, yedinci gününde bebeğini emziren bir annenin kokusu gitmiş; yedi gün yerde yatan ölümün kokusu gelmiş. Kırkının ne zaman çıktığını ise kimse bilemiyormuş artık. Bunu duyunca da herkes; diğeri berikine, beriki diğerine bir bedduadır alıp başını savurmuş.
O basit soruyu ise kimse sor(a)maz olmuş: "Yedi gün be hey Allah'tan korkmazlar! Hadi ona, "faşistsin, zalimsin" diyorsun, onu anladık. Peki ya sen! Silahı eline aldığın gibi, mevtayı alıp da omuzlarına gömemedin mi garibi bir hendeğe veya sur dibine?"
Doğru ya...
Toprağın altına girdikten sonra kimseye bir menfaat sağlamıyor... Hesabınıza gelmiyor değil mi ölüm?
Öyleyse toprağın altına insanları çekmek için, toprağın üstünde bunca fotoğraf karesine sebep olmak da niye?
Not: Şehir savaşı böyle bir şey işte. Bari mağduriyete sebep olan sizler mağdur edebiyatı yapmasın. Savunulan bir tarafı varsa eğer elinize silah alın siz de savaşın. Vicdan, adalet bunu gerektirir. Yok savaşmıyorsanız o zaman da susun ve bekleyin. O kahpe kurşun gelip bir gün sizi de bulur, bizi de! Şehir savaşı böyle bir şey işte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder