14 Mart 2019 Perşembe

Selahaddin-Şark'ın Kartalı / Ali Emre

"Im Selahaddin, Selahaddin..."

Kitap odur ki okunduğu zaman insanı kendine getirsin. Yüreğini kıpraştırsın. Gözünü yorsun. Ama gönlüne de aydınlık koysun. O bitimsiz muştuyu hatırlatsın. Düştüğün an ellerinden tutsun. Oturduğun an kaldırsın. Kalktığın an yürütsün. Yürüdüğün an koştursun. Koştuğun an yormasın. Yıldırmasın, bıktırmasın, küstürmesin, darıltmasın, korkutmasın. Mahzun ve namersus binayı yeniden onarsın. Coşkun ırmakları birbirine kavuştursun. Deli tayların eyerlerinde dağları, bozkırları dolaştırsın. Ebabilleri beklemeyi değil; ebabil olmaya çağırsın. Yaptığın her ne iyilik varsa onları başa kakmandan utandırsın. Yüzünü kızartsın. Utandırsın. Af diletsin. Tevbe ettirsin. Secdelerini uzatsın. Ağlatsın. Yakartsın. Yalvartsın. Fakat umudu da sürekli daim kılsın. Yorgunluk halinde sekinetin inmesine vesile olsun. Bütün kitapların sadece bir kitabı, "O" kitabı okumak, anlamak, yaşamak, yaşatmak için olduğunu öğretsin.

Bu tür kitaplardan biri olmaya aday da Ali Emre'nin "Selahaddin/Şarkın Kartalı" kitabı. Kitap tastamam 470 sayfa. Roman ama şiir tadında. Sözcükler haznesi. Betimleme deryası. Bu konularda da yazarın kendisi zaten rüşdünü de ispat etmiş biri.

Kudüs muhafızı... Müslüman Kürt önder.... Cihad'ın öğretmeni... Haçlı komutanlarına, krallarına boyun eğdiren sultan... Zalime, zulme karşı şedid kılıcını hiçbir vakit kınına sokmayan cesur kişilik... Müslim'e, gayr-i Müslim'e her daim merhamet yumağını saran cömert karakter... Cihad meydanını ömrü boyunca terk etmeyen pehlivan... Atının terkini ömrü boyunca bırakmayan şahbaz... Hastalığını sadece namazda ve at sırtında unutan örnek şahsiyet... Ümmetin derdiyle dertlenmekten ailesine vakit ayıramayan, hanımının taziyesine katılamayan, kızının düğününde olamayan mahzun kartal... Ahirette kendisiyle beraber yürüdüğünü görmek için dostlarının kendisini kılıcıyla gömdüğü sevgili... "Selahaddin/Şark'ın Kartalı" kitabında Selahaddin-i işte böyle anlatıyor bizlere Ali Emre. 

Kitap, 21 bölümden oluşuyor. Her bölümde ayrı ayrı açılan alt başlıklarla da okuyucuyu sıkmıyor. İlk bölümlerin ağırlığı yazarı tanıyanları hafiften tedirgin etmiyor değil. Lakin kalem sahibi, ilerleyen bölümlerde mürekkebinin ırmağına küreğini çekmeye başlıyor. Derdin gemisi, cümlelerin akışkanlığı sayesinde limanına varmak için can atıyor. "Kalk ve bir şeyler yap!" rüzgarının sedası kulakları yalıyor.

Kitapta bir de "Diyarbekir İçinde" bölümü var. Bir Diyarbekirli olarak, bu bölümün beni en fazla heyecanlandıran bölüm olduğunu söylemem gerek. O günün Diyarbekirli kadınlarının Ümmet-i Muhammed için canhıraş çırpınışları kanımı kaynatıyor. İslam ordusunu karşılama halleri gururumu okşuyor. Kudüs'ün fethini, Selahaddin'e, daha şehre girdiği o gün uzattıkları gül sularıyla müjdelemeleri kalbimi coşturuyor. Şerefyab olmama vesile kılıyor. Diyarbekir halkının ahlaka, adalete, birlik ve beraberliğe mugayir tavır sergileyen şehrin ileri gelenlerine karşı tutumları ruhumu sevindiriyor. Haliyle şehrimin o gününü ve bugünü düşündürtüyor. Haya, iffet ve edepleriyle gelinlik kızlarımıza/bacılarımıza; nasır tutmuş elleriyle beyaz tülbentleri altında umut dağıtan kadınlarımıza/analarımıza; bıyıkları yeni terlemiş, Dicle'nin suyunda elleriyle balık avlamış, şehrinin surları kadar beli, bileği ve yüreğini kavi kılmış gençlerimize/kardaşlarımıza; bitimsiz sohbetleriyle, her sözü/kîlamı bir ders niteliği taşımalarıyla, takvadan bir libas olan yaşantılarıyla örnek atalarımıza/babalarımıza ne oldu, nereye gitti onlar, kimler aldı onları bizden, kimler çaldı dedirtiyor?! 

Kitapta sonlara doğru yaklaşıldığında ise duygu seli debisini artırıyor. "Kartal'ın Kanatları Altında" bölümünde gözlere yağmur yüklü bulutların karartısı konuyor. O günün mücahitlerinin yaşadıkları her cümlede birer şimşek olarak gelip çarpıyor. Göğü deliyor. Göğsü dağlıyor. Uğradıkları hakaretler, karşılaştıkları manzaralar bugünün mücahitlerine söz edenlerin zehirli dillerini ayan eyliyor. İnsanı mahvediyor, kahrediyor. Vicdan evinin, rahatından bir türlü vazgeçmeyenler eliyle nasıl da viraneye döndüğünü resmediyor. İki hayır işi yapıp, her yıl umreye gidip, trafik ışıklarında fakirlere sadaka verip, yılda bir kurban kesip kurtulacağını sanan bizlere/bana haddimi bildiriyor. Kitap şiirle bittiğinde ise dilin pervazlarına şu cümleler gelip konuyor: Affedin bizi ey yiğitler. Affedin bizi ey cengaverler. Affedin bizi ey Selahaddinler. Sizlerle aynı duayı edip ve utanmadan da aynı cenneti arzulayan bizleri affedin. Ne olur affedin.

Tanıtım videomuzu https://www.youtube.com/ahmetmarufdemir kanalımızdan izleyebilirsiniz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder