30 Temmuz 2024 Salı

O Olimpiyat Meşalesi Var Ya…

Neyse, anladınız siz onu. Aslında biraz olsun hakkımız olmalıydı. Şöyle içimizi rahatlatırcasına gelmişine geçmişine küfredebilmeliydik en günahsızından. Ama yok işte. Olmuyor maalesef. Mesela, Metin Önal Mengüşoğlu, “tam kumrular tüy düşürürken şafağa…” derken, behemehâl dizeyi yanlış yorumlama hissiyatı oluşuyor. Fakat hemen akabinde Erdem Bayazıt sesleniyor derinden: “Bizi tutan bir şey varsa, dirilten o sensin.” diyor ve biz el freni çekilmiş kamyonun damperi gibi kalakalıyoruz kalktığımız yerden.

Çünkü biz buyuz. Bizim sınırlarımız suni değildir. Çizgilerimiz vardır. Vahiy ve sünnet ile çizilmiştir. Kendimizden başka herkestir bizi biz yapan. Sorumluluk sahibi kılan. Hesaba ve kitaba ve mizana inanırız. Allah var! Söz ile kalem ile eylem ile bir yerde durmak da imandandır deriz. Hayatımızı ona göre tanzim ederiz.

Benzeyemeyiz biz, bizden olmayanlara. Tersine biz, onları kendimize benzetmek isteriz. Çünkü biz biliriz, ekranları kirleten France 2024 Olimpiyacus artıkları ile Monşer hastalığı Malafacus sinkaflığından sıyrılıp bize ait olan cümlelerin bu dünyayı daha iyiye kavuşturacağına. Hem de o çokbilmiş ukalalardan daha iyi biliriz de ama işte onlara benzemek istemeyiz!

Sezai Karakoç’un İnsanlığın Dirilişi’nden teşhis ederiz genelde Batı’nın asıl hastalığını. Özelde ise Fransa’nın neden öyle davrandığını… Öyle ki Fransa, Özgürlük Heykeli’ni Amerikaya postalarken de aynı tasavvuru taşırdı üzerinde.

Bakmayın siz dünyanın sözde yedi harikasından biri olanın bir elinde ateş bir elinde kitap olduğuna. Asıl olay ayaklarının altındadır. Kırılmış bir zincir vardır orada. Parçalanmışlığı ve atılmışlığı sembolize eder. Nitekim o zincir, Olimpiyat Oyunları açılışında yakılan, patlatılan kilisenin ta kendisidir. Dindir, diyanettir, maneviyattır o.

Genelde Batı, özelde Fransa… Bu konuda çok da haksız değillerdir aslında.

"Goya’nın Hayeletleri" filmini izlerken görürüz kilisenin edepsizliğini, çirkinliğini, ikiyüzlü zalimliğini. Bir ressamın tablosundan seyrederiz bir çağın portresini. İşte bu zulme karşı bir an Napolyon’nun tarafı oluruz. İnes’in ve bütün kadınların hayatı ilerlerken bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden; bir süre sonra yıkılsın, yakılsın, gökler yarılsın isyanına bizler de katılırız. Aradığımız şey bir demet özgürlüktür. Hürriyet ve cumhuriyet aşkınadır çabamız.

Artık hastalık belli olmuştur, demişizdir. Teşhis konulmuştur. Tedaviye başlanılacaktır. Fakat maalesef bu kez de bir elinde ateşi diğer elinde kitabı tutan tek dişli medeniyet herkesten başka kendini, nefsini düşünmüştür. Çünkü kendini beğenmiştir. Kol kırılsın, yen içinde kalsın demiştir. İslam reçetesi yerine Grek ve Roma’nın paganlığına hoop yeniden geri dönmüştür. Kaslı ve hatlı çıplak vücutlarıyla cinselliği, açıklığı ve fahşayı betimleyen heykellerini bu kez canlı ve kanlı bir şekilde Eyfel’de sergiletmeye başlamıştır.

Celaleddin Vatandaş’ın Modern Çöküş’ünden öğreniriz bütün bu olan biteni. Hele kilise şöyle bir yana dursun. Gücü eline alan sözüm ona cumhuriyetçilerin bu kez dine, diyanete az da olsa saygı duyanı nasıl biçtiğine tanık oluruz. En izbe köylerdeki manastırlardan kundakta vaftiz edilen bebeğine kadar, Avrupa'da adım attığımız her yerde kana bulaşır ayaklarımız. Boğuluruz o kan deryasında.

Cevahirhal Nehru’nun Dünya Tarihi’ne dair kızına yazdığı mektupları bitirdiğimizde yıllar geçmiştir. Amma değişen bir şey olmamıştır. Şimdi süslüdür Paris sokakları. Ya da batıya hayran ağızların salyalarına bakarsak gerçekte öyle sanırız. Oysa sırça köşklü cam mekânlar kanalizasyon kokusunu örtmek için icat edilen parfümlerle doludur. Yetmezmiş gibi Champ de Mars meydanına osuruktan teyyare selam söyle o yâre, tenekeden bir kule illüzyonu kondurulmuştur. Böylece Avrupa’nın rahim duvarı onunla yırtılmış, onunla yıkılmıştır. Ahlaka ve anlama dair ne varsa Ren nehrinde boğulmuştur. Cambaza bak cambaza denilerek akıl, vicdan ve irade adına ne varsa o esnada insan olanın bedeninden yürütülmüştür.

Victor Hugo’nun Sefillerini arar gözlerimiz. Fakat heyhat! Giden gitmiştir. Yerlerine Les Misébreles filminde, Fransa’nın modern sefilleri gelmiştir artık. Ve ilk ırkçı olan şeytan, Paris’in banliyölerinde kravatlı ve üniformalı bir şekilde karabasan gibi onların üzerine çökmüştür. Ezilen ötekiler şeytanlaşmış beyaz adamın insafına terk edilmiştir.

Velhasılı demem o ki özelde Fransa ve genelde Batı yolunu kaybetmiştir. Şaşırmıştır. Şeytanın oyuncağı olmuştur. Lastik top gibi bir o yana bir bu yana zıplamaya koyulmuştur. Maneviyatı çökmüştür. Olimpiyat oyunlarının açılışında bütün dünyaya izlettikleri de bunun kanıtıdır. Cisim vardır. Madde vardır. Maddiyat vardır. Ama tarihlerini anlattıklarını görsellerin hiçbirinde insanı insan yapan o ruh yoktur. Öz yoktur.

O öz, o ruh ise ne kilisedir ne de materyalizmdir. O öz, o ruh İslam’ın kendisidir.

 Ahmet Maruf Demir

#france #olimpiyat #2024


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder